Çiçek İstemez, eşitlik yeter!

On bir yıl önce ikinci uzun metraj filmi I Am From Titov Veles ile İstanbul Film Festivali’ne katılan yönetmen Teona Strugar Mitevska, Berlin’den Ekümenik Jüri Ödülü alan son filmi ile bu sene de festivale konuk oldu. Küçük bir kasaba olan Stip’de ailesiyle birlikte yaşayan Petrunia 32 yaşındadır. Tarih mezunu olan Petrunia, Stip’de iş bulmakta zorlanır. Teofanya bayramı sırasında suya atılan haçı, geleneklerin aksine bir kadın çıkarır: Onun adı Petrunia’dır.

Röportaj: Ezgi Ay

Film gerçek bir olaya dayanıyor. Bu olaydan nasıl haberiniz oldu ve filmini yapmaya nasıl karar verdiniz?

Makedonya’da Ortodoks geleneğine göre Ocak ayının 19’unda gerçekleşen Teofanya bayramı sırasında yörenin papazı suya, bu nehir, göl hatta yüzme havuzu bile olabilir, bir haç atar. Haçı sudan çıkartan kişinin bereketli ve mutlu bir yıl geçireceğine inanılır. Birkaç yıl önce Stip adında bir kasabada bir kadın suya atlayıp haçı çıkarıyor ve bu, kasabada büyük bir hadise haline geliyor çünkü herkes “Sen bir kadınsın, suya atlamaya hakkın yok,” diyor. Kadın da “Haçı çıkardım, çünkü hepinizden daha hızlı ve iyi yüzüyorum. Üstelik mutlu olmak benim de hakkım,” diyor. Bu haber Makedonya gazetesinde çıkıyor. Aynı zamanda yapımcım da olan kız kardeşim haberi okuyup bana gönderdi. Suya atlama olayı birey, din, gelenek ve devlet hakkında konuşmak için muhteşem bir fırsattı. Özellikle filmin ikinci yarısında karakterleri polis karakoluna koyduğumuz zaman. Bütün bu unsurlar ve karşıtlıklar o ortamda daha da gözler önüne serildi. Kadınların toplumdaki yerini konuşmanın harika bir yolu bu. Böyle bir hikâyeyi anlatma fırsatı pek fazla çıkmaz hayatta. Onun için çıktığında bunu değerlendirmeniz lazım.

Petrunia bütün bu erkeklere karşı tek başına; papaz, polisler, ve kızgın mafya. Karakolda bile bütün polisler erkek.

Evet, çünkü sistem ataerkil. Sistem erkek. Son derece maço bir toplum. Filmde birey sisteme karşı. Polis teşkilatında hiç kadın polisler yok demiyorum, var. Ancak Stip gibi küçük kasabalarda kadın polis sayısı çok az. Elbette Petrunia’nın bütün bu erkeklere karşı olması hikâyeye katkı sağladı; kurtlar tarafından etrafı sarılmış bir koyunun sonradan kurt olması.

Petrunia suya hiç düşünmeden atladığını söylüyor, sanki bir hayvan gibi. Ancak Petrunia dışında herkes bunu cesur bir hareket olarak görüyor. Siz nasıl görüyorsunuz?

Filmin yapısı ve dramaturjisi açısından bizim için büyük bir soruydu bu. Petrunia’nın yaptığı başından beri hesaplanmış bir hareket miydi? Başından beri bir feminist miydi? Amacı kışkırtmak mıydı yoksa hapsolmuş hisseden bir birey olarak kendisini bir durumun içinde bulmuş ve olayların gelişmesiyle bir değişim gücüne mi dönüşmüştü? Biz tercihimizi ikinci seçenekten yana kullandık çünkü seyirciler ve de hepimiz için bir karakterin bir şeyin üstesinden gelerek değiştiğini ve sonunda kendisini özgürleştirdiğini görmek çok daha tatmin edici. Hikâye boyunca Petrunia karakteri hepimizin olmak istediği şeye dönüşüyor; korkusuzca herkesten önce davranan cesur birisine. İşin hayvani kısmı benim için içgüdüde yatıyor. Hayatta kalmak ve adalet için savaşmak içgüdüsü hepimizin içinde olan muazzam bir şey. Petrunia karakterinde güzel olan şey ise adaletsizliği ne kadar derinden hissediyor oluşu. Eşit olmadığını hissediyor. Karşısına bu fırsat çıktığında içindeki hayatta kalma içgüdüsü onu suya atlamaya iten şey oluyor. Bu yüzden bir hayvan gibi hissettiğini söylüyor. Ayrıca hayvan gibi hissetmek son derece saf bir şey. Petrunia’nın kötü bir tarafı yok; o kötülükten uzak. O sadece adalet ve eşitlik için savaşıyor. Hikâye ilerledikçe muhteşem bir değişim gücüne dönüşüyor.

Annesiyle olan ilişkisi üzücü çünkü aralarındaki dinamik çoğunlukla birçok kadının özdeşleşebileceği türden.

Bu geleneksel toplumlarımızın bir trajedisi. Anne-kız arasındaki ilişki bir bakıma otosansürle alakalı. Bir kadının kendisine otosansür uygulayıp sonra da başka bir kadını sansürlemesinden daha kötü bir şey yok; ki bu durumda başka bir kadın kendi kızı. Bu kendini hapsetmek ve gelişimini engellemek demek.

Filmin sonlarına doğru Petrunia artık bir koyun değil kurt olduğunu söylüyor. Bu değişimi hangi anda yaşıyor sizce? Ayrıca koyun olmamak için kurt olmamız mı gerek?

Maalesef ki, yaşadığımız dünyada, evet. Adaletsiz bir dünya yarattık. Ben bir kurt değilim ama olmam gerekirse de olurum. Petrunia ne zaman kurda dönüşüyor? Polisin ona bağırıp şiddet uyguladığı andan sonra kameraya direkt olarak baktığında. İçinde her zaman var olan bir şey bu aslında, ama o noktaya yavaşça, adım adım ulaşıyor. Bir anda gerçekleşen bir değişim değil bu. Bu iyi bir soru aslında: “kurt olmak zorunda mıyız?” Birbirimizle dayanışma içinde olmalıyız çünkü beraberken daha güçlüyüz. Yeni Zelanda başbakanına bakın mesela. Daha önce hiçbir politikacının yapmadığı şekilde ülkesine yol gösteriyor. Bunu erkekçe değil kendince yapıyor ve bu çok güzel. Demem o ki umut var.

Yukarı