Peter Weir, 2013 yılında 32. İstanbul Film Festivali'nin Sinema Onur Ödülü'ne lâyık görüldü.

1970’lerde Avustralya Yeni Dalgası’nın üyesi olan Peter Weir, En İyi Yönetmen dalında dört, senaryoda bir, filmde bir kez Akademi ödülüne aday gösterilmişti. Yönettiği beş oyuncu da Oscar Adayı oldu: Harrison Ford, Robin Williams ve Rosie Perez ve Ed Harris adaylıkta kaldı, Linda Hunt The Year of Living Dangerously (1982) ile Oscar aldı. Oyuncularına sınır koymayan bir yönetmendir.

Peter Lindsay Weir, mesleğe kamera ve yapım asistanı olarak çalışmaya başladı. Kısa filmlerden, uzun metraja geçti. Daha ilk filmiyle, bildiğimiz dünyayı kargaşa içine atacak irrasyonel güçlerden dem vurmaya başlamıştı. The Cars That Ate Paris (1974), baskın bir kara mizahı olan gotik bir korku hikâyesidir. Onu, unutulmaz atmosferiyle Picnic at Hanging Rock / Hanging Rock’ta Piknik (1975) ve tekinsiz The Last Wave (1977) izledi. Avustralya’nın tecrit edilmişliğini vurgulayan Gallipoli / Gelibolu (1982) bütün dünyada tanınmasını sağladı. Weir, kendilerini ait olmadıkları çevrelerde bulan insanları anlatmayı sever.

Tesadüf ona yardımcı oldu. İlk filmi için bir gazete haberinden esinlendi. İkincisini Joan Lindsay’in kitabından uyarladı. Üçüncüsünün ilham kaynağı, Tunus’ta bulunan mermer bir Roma başıydı. TV filmi The Plumber’da arkadaşlarının başından geçen olaydan yola çıktı. Gelibolu’da rehberi, iki gün dolaştığı savaş alanının kendisiydi.

Hollywood dönemi The Witness ile başladı, Robin Williams’ın dramatik bir rol üstlendiği Dead Poets Society / Ölü Ozanlar Derneği (1989) ile övgü aldı. Green Card / Yeşil Kart (1990) ve Fearless’tan (1993) sonra beş yıl ara verdi. The Truman Show’da (1998) bu sefer Jim Carrey’yi dramatik bir rolde oynattı. Beş yıl sonra bu kez Master and Commander: The Far Side of the World / Dünyanın Uzak Ucu ile geri döndü. Son filmi The Way Back’in (2010) ardından mütevazı bir film yapmayı düşünüyordu. Halen bekliyoruz –Bir Peter Weir filmi: klas, usta işi, hikâye ağırlıklı...
– Sevin Okyay

Yukarı