Sevin Okyay, 2012 yılında 31. İstanbul Film Festivali'nin Sinema Onur Ödülü'ne lâyık görüldü.

Herkes bilir Sevin çok kültürlüdür, çok çalışkandır, çok iyi yüreklidir, çok zekidir, çok cömerttir. Yazılarından bir sürü şey öğrenebilir, derin sinema kültürünü bir ansiklopedi gibi kullanabilir, önerdiği bir kitapla dünyanızı renklendirebilir ya da mesela çok mu dara düştünüz, kucağına uzanıp şefkatine sığınabilirsiniz... O bütün bunları barındıran “eşsiz” bir insandır. Ancak onun eşsizliği bunlardan öte bir özellik taşır bana göre: Sevin, kendi “zamanını kendisinde taşıyan” nadir özgür ruhlulardan biridir.

Bize dayatılan gayri insani zaman mefhumu işlevsel olmayan, yani bir karşılığı, bir kazancı olmayan her şeyi hayatımızdan çıkartmaya yöneliktir ve herkesten aynı zaman ritminde sıkışması beklenir. Sevin, her ne kadar aşırı sorumluluğundan bu dünya ritmine zaman zaman zorunlu uygunluk gösterse de (kendisinden istenen işleri b üyük bir telaşla hep zamanında teslim eder mesela), kendi öz-zamanının öyle güçlü bir kahramanıdır ki, ona ayak uydurmakta zorlanırsınız: “Para etmez” işler yapar, ama parasızlığa yenilmeden gerektiğinde bir filmi görmek için kilometrelerce yürür; çevirisini yaptığı bir kitabın yazarını, kitabın en sevdiği karakterini öldürüyor diye çeviriyi bırakmakla tehdit etmeyi düşünür; sinemaya s anat tarihinin özgür kıstaslarıyla bakabilme sabrını hiçkaybetmez; kendisi bu özgürlükte olduğu için diğerlerine hep sonsuz bir hoşgörüyle bakar...

“Sevin Okyay Zamanı”nın özgünlüğünü, ayrıca kullandığı dilden de çıkarmak mümkün. Sevin Okyay, bir eleştirmen olarak diliyle hep seveceğini arar.

Bir söyleşide kendisini “beceriksiz, utangaç ve asosyal bir yaratık” olarak tanımlamış. Büyük bir hayranlıkla katılıyorum kendisine: Becerikli olamayacak kadar “kısa yolları” reddedebilmesine, diğerlerine saygısını hiçbir“ talepte bulunmamak” düzeyine kadar indirdiği hayasına, büyükler dünyasına düşmüş bir çocuk olduğunu belli etmeme çabasına hayran olmamak mümkün mü?

Onun “kendi zamanı” bu “becerikli, girişken ve sosyal yaratıklar” dünyasının sönük beyaz ışığında bir “Neptün” gibi parlıyor. Işığıyla seviniyoruz, teselli buluyoruz.
– Reha Erdem

Yukarı