7 Eylül 1909'da Kadıköy'de doğdu. Asıl adı İlya Kazancıoğlu'dur. Rum anne babasıyla dört yaşındayken Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etti ve adı bir Amerikanlaşma sürecinden geçti. Genç Kazan'a sonradan edinilmiş ülkesinde toplum dışı biri olduğu sancılı bir şekilde hissettirildi. Sert bir disiplinle yetiştirildi, diğer erkek çocuklarla birlikte olmasına izin verilmedi. Ailesi Büyük İktisadi Bunalım'dan çok etkilendi, ama o bir yandan da çalışarak üniversiteyi bitirmeyi başardı. Tiyatroya özel bir ilgi duymaya başlayınca, kısa bir süre Yale Tiyatro Okulu'na da devam etti. Saldırgan ve öfkeli bir delikanlı olarak bir süre Komünist Partisi'ne katıldı ve ilk sahne deneyimini siyasi yönelimli, "solcu" Group Theatre ile 1930'larda yaşadı. Bir aktör olarak sınırlarının farkında olan Kazan, sahne amiri ve stajyer yönetmen olarak da çalıştı. Radyo oyunculuğu ve oyun yazarlığını denedi, ama her şeyden fazla filmlerle ilgileniyordu. Birkaç kısa filmde oynadı, başkalarıyla birlikte kısa filmler yönetti, 1940-41'de de Anatele Litvak'ın yönettiği birkaç konulu uzun metraj filmde göründü. Kazan tiyatro yönetmeni olarak ilk çıkışını 1941 'de Thornton Wilder'ın, başrolünde Fredric March'ın oynadığı oyunu The Skin of Our Teeth / Dişimizin Derisi ile yaptı; bu oyundaki başarısı çok geçmeden altından kalkamayacağı kadar çok teklif almasına yol açtı. Ama o büyük bir tutkuyla film çekmek istiyordu ve 1944 yılında 20th Century Fox'dan gelen, başka şirketlerle çalışmasını da engellemeyen beş filmlik bir anlaşmanın ilk filmi olarak A Tree Grows in Brooklyn / Bir Genç Kız Yetişiyor’u yönetmesi yolundaki teklifi kabul etti. Film iyi bir çıraklık filmiydi ama gösterime girdiğinde genç yönetmen yeniden Broadway'e dönmüştü bile. 1947 yılında birbirini izleyen iki filmi yönetmesi istenene kadar da Hollywood'a geri dönmedi. Sea of Grass / Yeşil Ufuklar’ın çekimi, onun Hollywood'daki en hayal kırıklığı yaratıcı deneyimi oldu. Hemen Fox'a döndü ve toplumsal bağlamda filmler yapma dönemini başlatan Boomerang / Geri Tepen Silah ile daha aşina bir konuya kavuştu. İleri yılların televizyon dramlarının çoğunun öncülüğünü yapan bu filmin yarı-belgesel üslubu, Kazan'ın Amerikan yeni-gerçekçiliğine göz diktiğini gösteriyordu. 1947, Kazan'ın artık iyice üretken hale gelmiş sinema ve tiyatro kariyerinin akılda kalacak bir başka yılıydı. O yılın başlarında Arthur Miller'in tiyatrodaki ilk büyük başarısı olan All My Sons / Bütün Oğullarım adlı oyununu yönetti. Derken Lee Strasberg’le, New York'ta genç aktörler için bir eğitim üssü olacak ünlü Actors' Studio'yu kurdu. Gentleman's Agreement / Namus Sözü’nü yönetti; sonra da tiyatrodaki yılını, başrolünde Marlon Brando'nun oynadığı ve hem kendisinin oyun yazarı Tennessee Williams'la uzun ve verimli iş birliğinin başlangıcına işaret eden, hem de muazzam bir başarı kazanan A Streetcar Named Desire / İhtiras Tramvayı’nı yöneterek tamamladı. Oyun Pulitzer Ödülü'nü alırken, Namus Sözü’nde da hem eleştirmenlerin övgüsüyle karşılandı hem de çok iyi iş yaptı. Ayrıca En İyi Film dalında Oscar'a layık bulunarak, Kazan'a da yönetmenlik dalında ilk heykelciğini kazandırdı. Bu filmde ve onu izleyen 1949 yapımı Pinky / Kara Damga’da, Kazan beyazperdede ciddi toplumsal konuları ele alma yolunda değerli bir çaba gösterip (birincisinde Semitizm karşıtlığı, ikincisinde ise karaderililere önyargılı davranmaya karşıtlık), kendi solcu siyasi art yetişimini yansıttı. Sağlam bir şekilde işlenmiş ve çok iyi oynanmış bu filmler, onun sinemacılık yaşamının ilk evresini de tamamladı.

Yukarı