8 Nisan Pazar

Sunumlar:

Saskia Boddeke: “Filmi yapma amacım kızıma bir belge bırakmaktı.”

1997 yılında festivalin Sinema Onur Ödülü’nü alan, festivalde birçok kez ustalık sınıfı veren ve pek çok filmi gösterilen Peter Greenaway, bu kez kendini konu alan Greenaway Alfabesi belgeseliyle birlikte İstanbul Film Festivali’nin konuğu.

Greenaway, filmin yönetmeni olan eşi Saskia Boddeke ile birlikte Beyoğlu Sineması’ndaki gösterime katıldı. NTV Belgesel Kuşağı kapsamında gösterilen filmin ardından sanatçı çift, soruları yanıtladı:

“Bu film bir sinemacı hakkında değil; aralarında sanatın kurduğu bir bağ olan bir baba ve kızın ilişkisiyle ilgili. Filmi yapma amacım kızıma bir belge bırakmaktı; büyüdüğünde ve sanatın işlevini daha iyi anladığında babasının ne kadar özel biri olduğunu anlasın istedim.”

Boddeke filmin çekim süreciyle ilgili olarak ise şöyle dedi:

“Peter’ı bu filmin benim eserim olacağına, buna karışma hakkının olmadığına ikna etmem gerekiyordu. Ancak onu aptal gibi göstereceğimden çok korktuğu için, çekimler sırasında filmi ona göstermem için çok baskı yaptı. Sonra bir saat 50 dakikalık kısmını izletmek zorunda kaldım; kızım da o da hiçbir şey söylemedi. Beğenip beğenmedikleri umurumda mıydı? Değildi… Filmimden çok memnunum ve umarım başka ebeveynler de bu filmde kendilerinden bir şeyler bulabilirler.”

Savi Gabizon: “Bu, baba olmak hakkında bir film”

“Dünya Festivallerinden” bölümünde Hasret filmi ile yer alan yönetmen Savi Gabizon ve yapımcı Avraham Pirchi, filmin Cinemaximum Zorlu Center’daki gösteriminin ardından seyircilerden gelen soruları yanıtladı.

Yönetmen Savi Gabizon:

“Annemle babam Türkiye’de, İstanbul’da doğdular; yapımcım da İstanbul’da yaşadı. Bu yüzden bu film, Türk filmi sayılabilir. Benim için çok özel bir gösterim. (...) Hüzünlü şeyleri konu alan bir komedi bu. Filmde babanın öğretmene duyduğu çekimi göstermek istedim, bunu da rüya sahnesi yoluyla babanın içindeki suçluluk duygusundan kaynaklanan çelişkiyi göstererek yaptım. Birçok izleyici babanın öğretmenle olan ilişkisinin süreceğini tahmin etti, fakat ben bunu bir yerde bırakmak istedim. Çünkü film, baba olmak hakkında bir film, aşk filmi değil; o yüzden bir yerde kestim.”

Filmin yapımcısı Avraham Pirchi:

“Bu filme başladığımızda aklıma ilk takılan şey neden böyle sevimsiz bir çocuk yaratıldı düşüncesiydi. Çocuğun birçok kötü huyu var sonuçta. Fakat bu film nasıl anne-baba olunur, onun hakkında bir film. Anne-babalık başkalarına iyi görünen bir çocuk büyütmek demek değil.”

Arshad Khan: “Samimi bir iş çıkarmaya çalıştım.”

“NTV Belgesel Kuşağı” kapsamında festival seyircisiyle buluşan Baba’nın gösterimine filmin yönetmeni Arshad Khan da katıldı. Filmde Pakistan’dan Kanada’ya uzanan, kendi ailesinin göç hikâyesini ve eşcinselliğini fark edişini anlatan Khan:

“İnsanın kendisi hakkında bir film yapması son derece zor bir şey. Filmde de izlediğiniz gibi çok bölünmüş bir aileden geliyorum. Bir kısmı liberal, bir kısmı muhafazakâr… Elimdeki malzemeleri kimseyi üzmeden, ezmeden bir araya getirmeye çalıştım. Sansasyonel değil, samimi bir iş çıkarmaya çalıştım, bir şeyleri istismar etmeye çalışmadım.”

Filmde kullanılan pek çok görüntüyü aile arşivinden aldığını anlatan Khan, belgeselin aynı zamanda Pakistan’ın tarihine ışık tuttuğunu belirtti:

“Pakistan’da neler oluyor, oradaki halka neler oluyor, bunu anlamak açısından bu filmi çok önemli buluyorum. İnişli çıkışlı küresel hareketliliklerin hepimizi etkilediği, herkesin farklı nedenlerden dolayı ülkesinden göç etmek zorunda kaldığı bir dönemde yaşıyoruz. Bu film bana hem makro seviye Pakistan’ı hem de mikro seviyede ailemi anlama şansı verdi.”

Emin Alper: “Bergman’ın estetik açıdan en gotik filmi Yedinci Mühür” 1:

“Bergman 100 Yaşında” bölümü için Türkiye’den 10 yönetmen, çağdaş sinema sanatının duayenlerinden Bergman’ın en sevdikleri filmlerini seçti. Bu çerçevede yönetmen Emin Alper, seçtiği Bergman’ın Yedinci Mühür’ünü Beyoğlu Sineması’nda sundu:

Yedinci Mühür benim ilk izlediğim Bergman filmiydi. Defalarca izleyip üzerine konuştuğumuz filmlerdendi. Dolayısıyla benim için anlamı çok büyük. Bir kere her şeyden önce çok tipik Bergman temalarına rastlayabileceğiniz bir film. Tipik varoluşçu sorular, tanrının varlığı ve yokluğu ya da bunun bilgisinin hayatımızı nasıl değiştireceği meselesi ve bu sorular karşısında alınmış çeşitli tavırlar.”

“Bu Bergman’ın estetik açıdan en gotik filmi diyebiliriz. Nitekim gotik sanatın doğduğu çağlara, Orta Çağ Avrupası’nın vebasına gidiyor. Gotik sanatın bugüne kadar gelmiş çok tipik imgeleri, ölümle satranç oynayan şövalye, kendi kendilerini kırbaçlayanlar, tarikat… Bütün bu imgeleri etkileyici bir şekilde filmde görüyoruz. Nitekim Bergman anılarında, küçükken kilisede gördüklerinden yola çıkarak bu filmi yaptığını söylüyor. Dolayısıyla, Gotik edebiyata ve sinemaya özel bir ilgi duyan biri olarak da bu filmin bende çok ayrı bir yeri vardır. Belki izleyenler vardır: Tepenin Ardı’nın son karesi, ana karakterlerin yürüyerek tepeyi aştığı sahne, Yedinci Mühür’ün final sahnesine kendimce bir göndermeydi. Bu filmi seçmemin sebebi bu.”

Muayad Alayan: “Diken üstünde çalıştık”

“Dünya Festivallerinden” bölümünde yer alan Sara ve Selim Hakkında’nın gösterimi, yönetmen Muayad Alayan ve oyuncu Adeeb Safadi’nin katılımıyla gerçekleşti. Kudüs’te İsrailli bir kadınla Filistinli bir erkeğin ilişkisini takip eden filmin konusuyla ilgili yönetmen Alayan şöyle dedi:

“Kudüs’te izlediklerinize benzer olaylar, ilişkiler yaşanabiliyor. Filistinlilerle İsraillilerin evliliklerini duyuyoruz, biliyoruz. Ama açıkta yaşanmıyor bu evlilikler; şehrin gölgelerinde, yeraltında kalıyor.”

Kudüs’teki olaylar sebebiyle çekimler sırasında çok fazla zorlukla karşılaştıklarını anlatan Alayan, “Çekimleri ha tutuklandık ha tutuklanacağız endişesiyle yaptık. Hani kedinin fare kovaladığı gibi bizi kovalayacaklar diye biz de oradan oraya koşturuyorduk. Diken üstünde çalıştık ama sonunda bitirdik” derken filmin başrol oyuncularından Adeeb Safadi ise şunları söyledi: “Belki mazoşist diyebilirsiniz ama bu kadar gerilim olması benim hoşuma gitti. Yani gidelim güzel güzel filmimizi çekelim, sonra gidip yatalım demek istemedim. Sorun çıktı biz çözdük, sorun çözerek ilerledik. Bu da zaten benim hoşuma giden türde bir çalışma.”

“Lean on Pete”in oyuncularından Travis Fimmel izleyiciyle buluştu

“Vodafone Red Galaları” kapsamında gösterilen Lean on Pete’in Cinemaximum City’s Nişantaşı’ndaki gösterimi öncesinde filmin oyuncularından Travis Fimmel seyircilerle bir araya geldi. Vikings dizisindeki Ragnar Lothbrok karakteriyle tanıdığımız Fimmel’i görüp imza almak isteyenler, sinemanın önünde toplandı, kimileri saatlerce Fimmel’i bekledi. Film öncesinde kısaca söz alan Fimmel, gördüğü ilgiye ithafen, “Hepiniz çok şanslısınız, harika bir ülkede yaşıyorsunuz. Candan ve samimi insanlarsınız, çok teşekkür ederim.” karşılığını verdi. “Umarım filmi izlerken üzülmezsiniz, çünkü filmin çok üzücü bir hikâyesi var. Bu filmde oynamam için teklif geldiğinde parkta yeğenlerimle vakit geçiriyordum. Ajans temsilcim, ki kendisi de burada, bu karakterin hayatı boyunca hep kaybeden biri olduğunu anlattı, ben de teklifi kabul ettim.”

Bükreş’in yer altı

“Dünya Festivallerinden” seçkisinde yer alan Mavili filmi Cinemaximum City’s Nişantaşı’nda, filmin oyuncularından Bogdan Iancu’nun katılımıyla gösterildi. Filmin sonunda seyirciden gelen soruları cevaplayan 18 yaşındaki genç oyuncu şunları söyledi:

“Bükreşlilerin yeraltında yaşayan evsizlerden bihaber olduğunu söyleyebilirim. Burnumuzun dibinde yaşamalarına rağmen onlardan pek haberdar değiliz. Film öncesinde madde bağımlısı olan evsizlerle konuştum ve bazılarının yeraltından yer üstüne çıktıklarında çok gerildiklerini fark ettim. Rolümde en çok buna dikkat ettim. O sinirli ve huzursuz oldukları ânı kafamdan çıkarmamaya çalıştım.”

Iancu, filmin Romanya prömiyeri henüz yapılmamış olsa da birkaç gösteriminin yapıldığını ve tepkilerin genelde iki yönde olduğunu ekledi: “Bükreşliler filmi ya çok gerçekçi buldular ya da Bükreş’i kötü yönde tanıttığımızı düşündüler. Hâlbuki filmin politik bir amacı yoktu. Bilinçlendirmek için yapmadık filmi.”

David Batty: “Tonlarca arşiv görüntüyü inceleyerek bu filmi oluşturduk”

“Ntv Belgesel Kuşağı” filmlerinden enerjik belgesel My Generation modadan sinemaya, sinemadan müziğe uzanırken, siyasetin de dışında kalmıyor. Yönetmen David Batty filmin Beyoğlu Sineması’ndaki gösterimine katıldı ve gelen soruları yanıtladı: “Üç kişinin bir araya gelmesiyle bu film ortaya çıktı. İlki Michael Caine, ikincisi yapımcı Simon Fuller, üçüncüsü ise benim. 1960’ların başında İngiltere’de sosyal bir devrim yaşanmıştı. Bu devrim Michael’ın da dâhil olduğu işçi sınıfından gelmişti. Bu dönem onların oyuncu, müzisyen, fotoğrafçı, yani ilk defa istedikleri şey olmalarını sağlamıştı ve bu İngiltere’de ilk defa gerçekleşiyordu.”

Filmin başlangıç hikâyesi, Michael’in hikâyesi ve Simon’un müzik tutkusu oldu diyen Batty şöyle dedi: “Benim hikâyem de farklı değil. 1962 doğumluyum. Annem ve babam işçi sınıfındandı. O zaman normal olan da buydu. Tonlarca arşiv görüntüsünü inceledik ve onları bir araya getirerek bu filmi oluşturduk. Arşiv görüntülerini incelememiz yaklaşık altı sene sürdü ve 1500 saate yakın malzeme üstünde çalıştık. Sosyal dönüşümü yansıtacak görüntüleri bulabilmek için arşivleri detaylı taradık.”

Son olarak görüntülerin kişilerin kendilerinin çekmiş olduğu, özel görüntüler olduğunu söyleyen Batty; “1960’larla ilgili bir sürü film yapıldı. Bu farklı olsun istedik. Tek fikir ayrılığımız da 1960’larda çok müzik vardı, hangisini kullanacağımız konusunda oldu” dedi.

Bodrum: “Burası Ulysses’in kayıkla geçtiği ve yüzdüğü deniz”

“Mayınlı Bölge” filmlerinden Tatil, filmin yönetmeni Isabel Eklöf ve filmin Türkiye yapım ekibinin katılımıyla Cinemaximum City’s Nişantaşı’nda gösterildi. Bodrum’da geçen ve orada çekilen film için yönetmen; “filmi Ibiza ya da başka bir yerde de çekebilirdik. Ekibimizden bir arkadaşımızın İzmir’de bir sevgilisi vardı. Bana sürekli buralardan bahsederdi. Gelip gördükten sonra uygun olduğunu düşündük. Turistleri kendine bu kadar çeken yerlerde uyuşturucu konusunun hep ortaya çıkıyor. Yine de filmin güzel doğası ve enerjisiyle Bodrum’da çekmeyi tercih ettim. Çekimler geçen yıl bu tarihlerde başladı” dedi. Film başlamadan önce seyirciyi uyaran ve şayet rahatsız hissederlerse sinemadan çıkabileceklerini söyleyen yönetmen filmin sonunda; “Sasha karakterinin maruz kaldığı şiddetten dolayı, diğer ülkelerde yaptığımız gösterimlerde salonu terk edenler oldu” diyen yönetmen şunu ekledi: “Kadınlar sözlü ya da fiziksel şiddet gördüğünde karşılık vermeli.”

Etkinlikler:

Ingmar Bergman mercek altında…

Sinema tarihinin en etkili, en tartışılan, en unutulmaz filmlerinden bazılarına imza atan Ingmar Bergman’ın Türkiye’den yönetmenler tarafından seçilen 9 filmi, bu yılki festival programında, “Bergman 100 Yaşında” bölümünde gösteriliyor. Bu seçkiye paralel olarak, Bergman Merkezi Vakfı’nin yönetim kurulu başkanı ve senaryo yazarlığından sinema muhabirliğine birçok alanda etkin bir sinemacı olan Jannike Åhlunds ile festivalin danışmanlarından, sinema yazarı Nil Kural Yapı Kredi Kültür Sanat’ta, İsveç İstanbul Başkonsolosluğu desteğiyle bir araya geldi ve Bergman sinemasını tartıştı. Jannike Åhlunds:

“Bergman’ın iletişimsizlik hâlleri, sevgi eksikliği gibi ana temaları günümüzle çok bağlantılı. Zaten onun filmlerinde zamansızlık ön plana çıkar. Bugün onun filmlerine baktığınızda belli bir dönemle bağdaştıramazsınız; çünkü buna dikkat etmiştir, o hep zamansız olmak istemiştir.”

Åhlunds, ardından Bergman’ın çocuk yaşta başlayan kariyeri ve kendi yaşamını filmlerinde nasıl bir ilham kaynağı ve çıkış noktası olarak kullandığına değindi: “Bergman hemen hemen bütün filmlerinde dolaylı ya da doğrudan kendi yaşamına göndermeler yapar. Yaşamı, bir yazar olarak onun en büyük ilham kaynağı olmuştur.” Åhlunds, yönetmenin filmlerindeki kendisine has mizah anlayışı ve çizdiği kadın portrelerinin öneminden de bahsetti: “Bergman Persona ve Sessizlik filmlerinde daha çok kadınlar kanalıyla hikâyelerini anlatır. Kadının ruhunu anlama konusunda çok başarılı olduğu söyleniyor, ki doğrudur bu. Erkek karakterleri adeta dışlanır, acınası hâldelerdir; kadınlar hep daha güçlüdür.”

Yönetmenin birlikte çalıştığı ekibe sunduğu özgürlük ortamından bahseden konuşmacılar, Bergman’ın teknik anlamda sürekli yeni bir şeyler denediğini, bu anlamda pek çok alanda sektöre öncü olduğunu belirtti. Åhlunds’un dikkat çektiği bir diğer nokta da şuydu: “Bergman’ın bütün çalışmalarına baktığımızda ne hayâl ettiyse onu yansıtmaya çalıştığını görürsünüz. Zor filmlerle tanınan bir yönetmen olmak istemedi hiç. Herkesi ilgilendiren, insani filmler yaptığını söylerdi.”

Tüm bunların yanı sıra Jannike Åhlunds, Bergman’ın 12 oyun yazdığını, ancak iyi bir oyun yazarı olmadığını ama iyi bir dramatist olduğunu söyledi; senaryolarının tiyatroya uyarlanmasına izin verdiği için eserlerinin çok kez sahnelendiğini, hatta dünyada eserleri en çok sahnelenen film yönetmenlerinden biri olduğunu belirtti.

Köprüde Buluşmalar:

Köprüde Buluşmalar'ın ikinci günü, PuhuTV’de yayınlanmaya başlayan Şahsiyet dizisinin Yapım ve Yaratım Hikâyesi ile başladı. Dizinin ilk bölümü izlendikten sonra, dizinin senaristi Hakan Günday, yapımcısı Kaan Tolga Değirmenci’nin ve yazar Abbas Bozkurt’un moderatör olarak katılımıyla, dizinin fikir aşamasından yapım sürecine kadar pek çok evresi masaya yatırıldı.

“Yazmak düşünmenin en iyi yolu. Neyi anlamıyorsam, ne beni korkutuyor, felç ediyorsa onu yazıyorum” diyen Günday; yazmaya hep bir soru sorarak başladığını ve hikâyenin yardımıyla o soruyu incelediğini söyledi. “Amaç cevap bulmak değil, bir soruyla başlayıp, bin soruyla bitirebilmek” diyen Günday; önemli olanın ne anlattığı değil, onu nasıl anlattığı olduğunu söyledi.

“Hafıza, üzerinde maç yapılan bir saha” diyen Günday; Şahsiyet’i yazarken iki kilit kelime üzerinden sorular sorduğunu ekledi: “Neye göre hatırlar, neye göre unuturuz? Siz mi belirlersiniz yoksa başkası mı belirler neyi hatırlayıp neyi unutacağımızı? Bu bizim bugünümüzü, anımızı belirliyor. Zaman zaman unutma ve hatırlama krizleri geçiriyoruz. Bir anda 100 sene öncesini hatırlıyoruz, hatırlatılıyoruz. Gündeme ya da politikaya göre toplum, ahlak ya da bireyin kendisi de top koşturuyor bu hafıza sahasında. Bu unutmanın nasıl bir hastalık olduğunu ve aslında bir tarih yazımı olduğunu da gösteriyor” diyen Günday, ilgisini çeken şeyin sorular sorarak insanı tanımak ve anlamaya çalışmak olduğunu söyledi.

Görselliği ile övgü toplayan dizinin ekibinin, sinema sektöründen seçildiğini söyleyen Değirmenci, “bu da bir riskti çünkü daha önce dizi yapmamış, dizi refleksi olmayan bir ekipti ve bizim hızımız bir sinema filminden çok daha hızlı olmalıydı” dedi. Ay Yapım olarak önceliklerinin, Türkiye’deki seyircinin beğenisi olduğunu vurgulayan Değirmenci, reklam pastasında karşılığını buldukça dijitale kaymanın daha çok yaşanacağını öngördüklerini dile getirdi.

Çalıştığı cinayet masasında 150 erkek arasındaki tek kadın olan Nevra karakteri için “maça yüz elliye sıfır geriden başlamış bir oyuncu. Hikâyesi tamamen mücadele ile örülü. Nevra benim için tek başına bir macera romanı.” dedi.

Yönetmen Ceylan Özgün Özçelik’in gözünden Kaygı filmi

Köprüde Buluşmalar’ın öğleden sonraki oturumu, Kaygı filminin Gösterim ve Yapım Hikâyesi etkinliği ile devam etti. Filmin yönetmeni Ceylan Özgün Özçelik ve yapımcısı Armağan Lale, Kaygı filminin kurgu sürecinden, festival başvurularına, aldıkları retlerden kabullere, filmin prodüksiyon aşamasından vizyona kadar nasıl bir süreçten geçtiğini seyirciyle paylaştı:

“Birileri bir şeyler hissetsin diye yapıyoruz filmi. Bunu da seyirciyle doya doya yaşamak lazım. O yüzden gösterim yapılan her festivale, her ülke ve şehre gitmek çok önemli. Her coğrafyanın başka bir algısı oluyor.”

Yönetmen Özçelik, ayrıca, izlenirliği artırmak için filmin içeriğiyle doğru orantılı, farklı gösterim etkinlikleri organize etmenin ve değişik kitlelere ulaşmanın da süreci beslediğini, bu tip etkinlikler sayesinde seyirciyle vizyon haricinde buluşma alternatifleri oluşturulabildiğini vurguladı.

Kaygı’nın South by Southwest festivaline seçilmesinin, filmin Amerika satışını yapabilmelerine önayak olduğunu söyleyen yapımcı Lale, festival stratejilerinden bahsetti ve ekledi: “Katıldığınız festivaller ve aldığınız ödüllerin, sonraki işlere bir katkısı var tabii ki, bir rüzgâr almış oluyorsunuz arkanıza.”

Yukarı