11 Nisan Çarşamba
Sunumlar:
Duygu Sağıroğlu: “Sinema bizim tutkularımız.”
“Özel Gösterimler” kapsamında Pera Müzesi Oditoryumu’nda seyircilerle buluşan Bitmeyen Yolculuk belgeselinin gösterimine, filmin yönetmeni Mehmet Güleryüz ve neredeyse 60 yıllık sanat hayatıyla filme konu olan Duygu Sağıroğlu da katıldı. Film; yönetmen, sanat yönetmeni, senarist ve eğitimci olarak Türkiye sinemasına ve düşün dünyasına çok önemli katkılarda bulunmuş, 2007 yılında festivalin Sinema Onur Ödülü’nü alan Duygu Sağıroğlu’nun yaşamına odaklanıyor. Filmin gösteriminin ardından seyircilerden gelen soruları yanıtlayan yönetmen Güleryüz, “Biz çok bir şey yapmadık; iyi bir şey yapan varsa, Duygu Abi’dir” dedi. Duygu Sağıroğlu ise sinemaya karşı duyduğu tutkuyu şu sözlerle dile getirdi: “Sinema bizim yaşadıklarımız, tutkularımız, aşklarımızdır; başka da bir şey değil.”
Kazım Öz: “Bergman bilinçaltını inceleyen bir yönetmen.”
Festivalin “Bergman 100 Yaşında” bölümü için Türkiye’den on yönetmen, en sevdikleri Bergman filmlerini seçti. 1957 yapımı Yaban Çilekleri, yönetmen Kazım Öz’ün seçimi olarak bölümdeki yerini aldı ve Beyoğlu Sineması’nda gösterildi. Gösterime katılan Öz, neden bu filmi seçtiğiyle ilgili şunları söyledi: “Sinemayı bir tür zamanı yönetme sanatı ya da zamanla oynama sanatı olarak değerlendirirsek, bu filmin benim açımdan bir önemli yanı, geçmiş zaman ve günümüz arasındaki bağlantıları çok iyi anlatmasıdır. Benim ilk filmim de biraz böyleydi, köyü yakılan bir yaşlının yürürken geçmişe yaptığı yolculuğu anlatıyordu; kısa filmdi ama o duyguyu yakaladığını düşünüyorum. Bergman, dindar bir ailede büyümüş; bu kadar katı bir ortamda insan ruhuna hitap eden, onun özgürlük arayışını ifade eden filmler yapması bana ilginç geldi. Filmlerinde çok fazla kadın karakter var. Bu katı gerçekliğin içinde kadınların olması önemli bir şey. Yaban Çilekleri, 1957 yapımı bir film ve günümüzde hâlâ korku sinemasına esin kaynağı olabiliyor. Bergman’ın bir diğer özelliği de, bu katı gerçekçi dilin dışına çıkan, gerçekliğin düşsel boyutuyla ilgilenen, bilinçaltını inceleyen bir yönetmen olması. Bilinçaltı ile bilinç, şimdiki zaman ile geçmiş zaman arasındaki geçişleri etkili kullandığını düşünüyorum.”
Film çekmenin ironik anları…
“Ulusal Belgesel Yarışması” bölümünde yer alan Onun Filmi, yönetmenleri Su Baloğlu ve Merve Bozcu’nun katılımıyla Pera Müzesi Oditoryumu’nda gösterildi. Belgeselde film yapmanın ironik anlarını kendi deneyimleri üzerinden anlatan ikili, gösterimin ardından seyircilerden gelen soruları yanıtladı. “Bu film kendimize olan güvenimizi tazelememize yardımcı oldu ve neler yapabileceğimizi gösterdi” diyen Su Baloğlu, “Her sektörde olduğu gibi sinemada da kadınların süreci erkeklerinkinden çok farklı oluyor. Bu filmi bu konular tartışılsın diye yaptık” dedi.
Merve Bozcu ise daha çok filmin yapımcılığını üstlendiğini belirtti ve ekledi: “Bu film kendimizi bulmamızı sağladı ve üstümüzden birçok şeyi atıp film yapmayı öğrendik.” Filmin yüksek lisans tezi projesi olduğunu söyleyen Baloğlu, süreçle ilgili şunları anlattı: “Bakanlığa başvurup destek aldık, ekipmanları ise arkadaşlarımızdan edindik. Elimizde çok fazla görüntü vardı ve kurgu aşaması, en zor aşamaydı; ödün verdiğimiz çok şey oldu. Süreyi oldukça düşürüp birkaç farklı kurgu denedik. Sorularımız hazırdı ve yönetmenlere bütün sorularımızı sorduk, ama bu röportajlarda sadece kesitler kullanabildik.”
Kongo’da adım adım kömür üretimi
Festivalin “NTV Belgesel Kuşağı” bölümünde yer alan Makala’nın Beyoğlu Sineması’ndaki gösterimi, filmin yönetmeni Emmanuel Gras’nın katılımıyla gerçekleşti. Swahili dilinde “odun kömürü” anlamına gelen Makala, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin güneyinde, hayatını kömür yapıp satmakla kazanan genç bir adamı takip ediyor. Gösterimin hemen ardından seyircilerden gelen soruları yanıtlayan yönetmen Gras, filmin çıkış noktasını şöyle anlattı: “Bu filmden önce birçok defa Kongo'ya gittim. Başka bir belgesel için oradayken kömür üretimini gördüm, büyülendim. Dönüp kömür üretimini çekmeye karar verdim. Kömür yapımında çalışanları adım adım görüntülemek, yaptıkları işin zorluğuna rağmen, ekonomik anlamda değerinin çok düşük olduğunu vurgulamak istedim.”
Hüseyin Tabak: “Yılmaz Güney’i anmak için 7 yıl yetmez.”
“Cinemania” bölümünde yer alan Çirkin Kral’ın Efsanesi, filmin yönetmeni Hüseyin Tabak ve ekibinin katılımıyla Atlas Sineması’nda gösterildi. Yedi yıllik bir sürecin sonunda tamamlanan filmle ilgili yönetmen şunları söyledi: “Yılmaz Güney’i anmak için yedi yıl yetmez. Filmin kurgusu iki yıl sürdü ve bu kurgu aşamasında biz Yılmaz Güney’i tam bulamamıştık. İlk kurgu altı saatti. Kurguladık, kurguladık… Hiç bulamıyorduk bu adamı. Çünkü bir yönünü anlatıyorsun, sonra bir başka yönünü keşfediyorsun. Hâlâ Yılmaz Hoca’nın yeni yanlarıyla tanışıyorum. Galiba, Yılmaz Güney’i yedi yılda da 70 yılda da bulacak bir insan değilim.” Filmin Nar Film sayesinde, Eylül’de vizyona gireceğini söyleyen Tabak, başka şehirlerde ve festivallerde de filmi göstermek istediklerini belirtti.
“Türk sinemasının Jeanne d’Arc’ı Bilge Olgaç”
İstanbul Film Festivali, Zurich Sigorta işbirliğiyle bu yıl Türk sinemasının önemli yapıtlarından, 1987 yapımı İpekçe’yi Atlas Post Production’a restore ettirerek gün ışığına çıkardı. Yönetmen Bilge Olgaç imzalı İpekçe, Cinemaximum City’s Nişantaşı’nda Zurich Sigorta CEO’su Yılmaz Yıldız, filmin restorasyonunu üstlenen Ahmet Hızarcı’nın yanı sıra film ekibinden; filmin müziklerini yapan Serdar Yalçın, yönetmen asistanı Belmin Söylemez, görüntü yönetmeni Aytekin Çakmakçı, senarist ve İstanbul Film Festivali’nin bu seneki Onur Ödülü sahibi Osman Şahin, oyunculardan Kemal İnci, Gülsen Tuncer ve Berhan Şimşek’in katılımıyla gösterildi. Filmin oyuncularından Perihan Savaş ise yolladığı bir video mesajında setten ayrılamadığını, katılamadığı için üzüntü duyduğunu iletti.
Oyuncu Berhan Şimşek, “İpekçe, sinema oyunculuğu anlamında benim hayatımda çok büyük bir dönüm noktasıdır. Hayatımın en büyük, en güzel, en zorlu günlerini bu filmde sanatçı arkadaşlarımla yaşadım. Bilge Olgaç hayatımın öğretmeniydi ve ben ne öğrendiysem kadınlardan öğrendim” dedi. Oyunculardan Gülsen Tuncer ise şöyle dedi: “Bilge Olgaç ülkemizin yetiştirdiği çok önemli bir sinema insanıydı. Bu film benim için çok önemli çünkü eşim, Engin Ayça Bez Bebek filmini çekerken ben o filmin yapım yönetmeniydim, İpekçe’ninse oyuncusuydum. İki ekip son derece kaynaşmış bir şekildeydik. Türk sineması adına bu filmleri tekrar izleyicilere, sinema perdesinde izleterek çok önemli katkı sunuyorsunuz. Sizleri sevgi ve şefkatle kucaklıyorum.”
Filmin müziklerini yapan Serdar Yalçın filme dair bir anısını izleyicilerle paylaştı. Yalçın, İpekçe’nin bir köy filmi olduğunu ama filmde köy müziği duymayacağımızı, operamızın değerli solistlerinin stüdyoda vokal yaptıklarını, bunun bir ilk olduğunu söyledi. “İpekçe benim için gerçekten çok özel bir film, sinemaya başladığım film” diyen Belmin Söylemez’in belgeseli “Bilge ve Öğrencisi: Bir Reji Asistanının Günlüğü” İpekçe’den önce gösterildi: “Bilge Olgaç ile iki yıl çalıştım ve benim için gerçekten bir okuldu. Bu belgeselle Olgaç’ı herkes genç bir asistanın gözünden tanısın, merak etsin ve filmlerini izlesin istedim” diyerek sözlerini bitirdi.
Senarist Osman Şahin ise şöyle dedi: “Filme alınan diğer bütün öykülerimde de gerçek olayları yazdım. Anadolu halkını ve sıkışmış insanı çok iyi biliyorum. İpekçe rolündeki hanımefendi de sıkışmış bir insandı. Atıf Yılmaz bu filmi izledikten sonra ‘bugüne kadar Yeşilçam’a gelmiş en iyi film öyküsü’ demişti. Bilge Olgaç’ı çok özlüyorum; o toplumcu gerçekçi bir sanatçıydı. Sanat ölümsüzdür, Bilge Olgaç ölümsüzdür.” Oyunculardan Kemal İnci, “Herkes İpekçe’yi sinemaya aktaralım diye gönül verdi. Olgaç, anlatacağı şeyi bilen iyi bir sinemacıydı” dedi. Son olarak söz alan filmin görüntü yönetmeni Aytekin Çakmakçı, “bana Bilge Olgaç’ı tarif et deseler Türk sinemasının Jeanne d’Arc’ı derdim. Türk sineması erkek egemen bir toplumdu. Bilge Olgaç, hem kalp kırmayan hem de film yapmak için para bulan bir insandı. O Yılmaz Güney’den yetişmiş bir çıraktı. Ne mutlu ki bu filmde bir araya gelip onu andık.”
Bryan Delaney: “Sınıflandırması zor bir karakter yarattık”
“Çiçek İstemez” seçkisinde bulunan ve uluslararası prömiyerini festivalde yapan Gizemli Dil, filmin senaristlerinden ve yapımcılarından Bryan Delaney’in katılımıyla gösterildi. Bir ötekilik hikâyesi anlatan filmin çıkış noktasıyla ilgili Delaney şunları söyledi: “Bu filmin başrol oyuncusu ve ortak senaristi, Liv rolüyle izlediğiniz eşim Catherine (Eaton). Onunla Los Angeles’ta oyunculuk yaptığı dönem tanıştık ama çok kısa süre sonra Vermont’a hasta annesine bakmaya gitti. O sırada istediği gibi oyunculuk yapamadı. Shakespeare’in bütün oyunlarını sayfalarca duvarlara asmış ve sürekli çalışmış. Annesi delirdiğini düşünmüş. Ama Catherine bu karakteri ve olayı, bir monolog olarak sahneye koymayı düşünmüş. Sonra bunu metin üzerinde çalıştık, harikaydı. Çünkü herkes bu kadını deli sanıyordu. Oysa bu kadın “Shakespeare” konuşuyordu ve onun doğrusu buydu. Sınıflandırması zor bir karakter yarattık ki bu saçmalığı gösterebilelim. Karakterin siyasi bir yanı da var. Yeni dalga feminizmle ortaya çıkan noktalara da dikkat çekiyor. Bu rol için Catherine Maine’de küçük bir balıkçı kasabasında bir ay kaldı. Bu sürede kimseyle konuşmadı, sırf bu deneyimi ortaya çıkarmak için.”
Etkinlikler:
Gökhan Tiryaki: “Mesele görsel bir dünya kurabilmekte.”
Festival sohbetlerinde dün, bu yıl Ulusal Yarışma jürisinde de yer alan ödüllü görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki’yi ağırladık. Festivalin danışmanlarından, sinema yazarı Nil Kural’ın moderatörlüğünde yapılan bu sohbette, Tiryaki’nin sinemaya başladığı yıllarından Nuri Bilge Ceylan’la uzun yıllardır devam eden çalışma deneyimlerine ve ana akım filmlere kadar pek çok konuya değinildi.
Fikirlere ve önerilere açık yönetmenlerle çalışmayı tercih ettiğini, çünkü sette her şeye karışmayı sevdiğini söyleyen sinemacı, işbirliği içinde çalışmaktan keyif aldığını, fakat yine de son kararın her zaman yönetmene ait olduğunu söyledi. İyi bir görüntü yönetmeninin, kullandığı kamera ya da ekipmandan bağımsız olduğunu dile getiren Tiryaki, “Mesele görsel bir dünya kurabilmek; önemli olan, hikâyeye hizmet edecek bir çerçeve kurmak. Bunu, elinizde ne varsa onunla yapabilmelisiniz” dedi.
Nuri Bilge Ceylan ile birlikte yaptıkları her filmin ayrı bir deneyim olduğunu söyleyen sinemacı, Bir Zamanlar Anadolu’nun gece çekimlerinde kullanılan ışıkla ilgili, “Nuri çok ışık kullanmaz diye düşünülür, ama biz her gece dört saat ışık yaptık o sette. İki vinçle ışıklar yükseliyordu uzakta. 150 kilovat ışık yapıyorduk. Nitekim gece sahnelerinde istediğimiz sonuçları aldık, ama Orta Anadolu’da kışın ve gece çalışmak çok zordu” dedi. Kış Uykusu’ndaki çekim deneyiminin ise bundan farklı olduğunu belirten Tiryaki, şunları ekledi: “Kış Uykusu’nda iç mekânlar için stüdyo kurduk. Orijinal iç mekân birkaç sahnede kullanıldı, diğerleri stüdyoydu. Bir sahneyi üç günde çektiğimiz için, doğal ışık kullanılmadı tabii ki; ışık yaptık. Stüdyoda çalışmak, gerçek mekânda çalışmaktan her zaman daha kolaydır. Her deneyimin farklı oluşu, Nuri Bilge Ceylan’ın sinemacı kişiliğiyle alâkalı. Oldukça uzun sürede yapıyor mesela filmlerini. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi var tabii; normalde ses tasarımcısı, kurgucusu, yapımcısı dört koldan sarılır, herkes kendi tarafını idare eder. Fakat Nuri Bilge Ceylan, tek başına ordu gibi çalışır. Kendi yapar çoğu kısmını ya da o aşamaların kreatif tarafını da denetler; siz de o sürece dahilseniz, bayağı okul gibidir.”
Yönetmenin işçiliğinin ve sette doğal bir ortam kurabilmesinin, filmin başarısıyla doğru orantılı olduğuna değinen Tiryaki, “Mayıs Sıkıntısı belki çok ilginç bir şey anlatmaz ama amcanızı, teyzenizi doğal bir ortamda izliyor olmak, o zaman sinemada görmediğimiz bir anlatıydı. Filmin başarısı da bu; gerçek bir şey izliyormuşsunuz hissi yaratıyor. Nuri Bilge Ceylan, her kare için tek tek çok uğraşır ve çok da iyi yapar, çünkü onun yaptığı filmlerde seyirci her kareyi görür. Hollywood filmlerinde çok hızlı akan ve güzel görünen o kareleri dondurup bir tanesine bakarsanız, bizim film her zaman onlardan çok daha iyidir.” Sözlerine, “Film post’ta yapılır, sette yapılmaz” diyerek devam eden sinemacı, filmin hangi renklerle, nasıl kurgulanıp nasıl bir duygu vereceğinin son kararının post prodüksiyonda gerçekleştiğini vurgulayarak şunları ekledi: “Sanatta kesin bir şey yoktur; denemek, araştırmak, başka insanlar ne yapmış onlara bakmak gerekir, ama başkası yapmış diye yapılmaz. Başkasının yaptığı sizin sanatınıza uyar mı, ona bakmak gerekir.”
Yurtdışında çalıştığı setler ile yurtiçindekiler arasında fark olmadığını belirten Tiryaki, asıl farkı yaratan ve setin yapısını değiştiren unsurun, projenin yapısı ve bütçesi olduğunu söyledi. Senaryodan ziyade yönetmenle birlikte çalışma pratiği kurup kuramayacağına artık daha fazla önem verdiğini ifade eden sinemacı, kendi çalışma pratiğiyle ilgili şunları söyledi: “Ana akım filmlerde çalışmak benim için zor, çünkü ilgimi çekmeyen şeyler anlatabiliyorlar; ama aslında sinemayı destekleyen, insanları sinemaya çeken de ana akım sinema. İnsanlar sinemaya gitmeseydi, ne bu kameralar yapılabilirdi, ne biz burada oturup sinemadan konuşabilirdik; o yüzden ana akım önemli. Daha çok komedi çekiliyor ve komedi iyi yapıldığında da çok önemli bir şeye dönüşüyor; ben de o kısmını kovalıyorum. Bildiğim işi yapıyorum ve iyi yapmaya çalışıyorum. O yüzden de bir ‘arthouse’ filminden farklı çalışmıyorum.”