12 Nisan Perşembe

Sunumlar:

Hayatla ölüm arasında: Halef

“Ulusal Yarışma” filmlerinden Halef, yönetmen Murat Düzgünoğlu ve film ekibinin katılımıyla Atlas Sineması’nda gösterildi. Filmin senaryosunu Melik Saraçoğlu ile birlikte yazdıklarını belirten Düzgünoğlu bu süreçle ilgili şunları söyledi: “Ben hayatımın zor ve sıkıntılı bir dönemindeydim. Kendi yaşadıklarımı yazmak istedim. Birkaç hikâyeyi bir araya getirdim, Melik’e anlattım bunları. Birlikte bir hikâye çatısı kurduk fakat o çatı bir süre sonra taşımamaya başladı hikâyeyi. Pek çok versiyonu oldu senaryonun.” Birlikte senaryo yazımının çok yaratıcı bir süreç olduğunu söyleyen Saraçoğlu “tek başına yazmak zorlu olabiliyor fakat birisiyle birlikte yazdığınızda fikirlerin çatışması insanı geliştiriyor; çok içinde olmaktan dolayı fark edemeyeceğiniz sorunları görebiliyorsunuz. Murat’la disiplinli bir çalışma izledik, çok kavga olmadı ama çok uzlaştık” dedi. Filmin adını aldığı Halef’in, gerçek bir kişi olduğunu ve nerdeyse 20 yıldır onu tanıdığını söyleyen Düzgünoğlu “İnsan için önemli mevzular var: Tanrı, ölüm, ölüm korkusu, bu hayatın tahammül edilmezliği, öteki dünyaya inanma arzusu… Biz bunları bambaşka bir taraftan, reenkarnasyon ile anlatmaya çalıştık. Bu hayatı sürdürebilmek için ne gibi kaynaklara ihtiyacımız var? Ölüm denilen mesele nasıl başedilebilir bir hale geliyor?”

Zeynep Gülru Keçeciler: “Afganistan çok zor bir coğrafya”

“Ulusal Belgesel Yarışması” filmlerinden Zavar, Çocuk ve Keklik’in gösterimi filmin yönetmeni Zeynep Gülru Keçeciler ve görüntü yönetmeni Ahmet Hamdi Ferah’ın katılımıyla gerçekleşti. Film, Afganistan’ın kuzeyinde bir dağ köyünde yaşayan 60’lı yaşlarındaki Zavar ve dokuz yaşındaki yeğeni Razak’ın hayatı üzerinden Afgan geleneklerini anlatıyor. Çekimlerin 55 gün sürdüğünü anlatan yönetmen Keçeciler, “Afganistan çok zor bir coğrafya. 41 senedir çatışma ve savaş halinde. Çekim yaptığımız Kuzey Afganistan’da Türk kimliği geçerli ama güvenlik önlemleri yüksekti. 2010 yılından beri Afganistan'da çalışıyoruz, coğrafyayı ve kültürü tanıyoruz” dedi. Ahmet Hamdi Ferah, “Afganistan'da güvenlik problemi var. IŞİD var, Taliban var. 2012'de gittiğimizde daha iyiydi. 2017’de IŞID tehlikesi ortaya çıktı. Bazı köylerde çekim yapamadık. Bazı bölgelerden ancak belli saatlerde geçiş yapabiliyorsunuz” dedi. Filmde neden kadınlara dair çok az şey gösterildiğine dair gelen soruya ise yönetmen Keçeciler şöyle yanıtladı: “Afganistan’da bir kadını çekmeniz kolay değil. Buna rağmen Afgan kadınlarla ilgili çok film yapıldı, biz de erkeklerin hayatını anlatmak istedik. Zaten Afganistan'da sadece kadın olmak değil, insan olmak zor.”

Aslı Özge: “İnsan ruhunu anlamak için Çığlıklar ve Fısıltılar”

“Bergman 100 Yaşında” seçkisinde yer alan filmlerden Çığlıklar ve Fısıltılar, filmi seçen yönetmen Aslı Özge’nin sunumuyla Beyoğlu Sineması’nda gösterildi. Aslı Özge gösterim öncesinde “Bergman için salonun bu kadar dolu olması çok iyi. O, sadece bu filmi değil, her filmiyle yönetmenleri etkilemiştir. Aslında bu filmi diğerlerinden ayıran bir özelliği rengidir. Üniversitede sinema-televizyon okurken seyretmiştim: Kırmızı rengin hâkim olduğu ve kadınların beyaz kıyafetleriyle öne çıktığı planlar; kostüm, yerleştirme ve kadrajdaki her planın özenle seçilip düzenlenmesi, beni o dönemde çok etkilemişti. Sadece içerik değil, formun da çok önemli olduğunu görebiliyoruz filmde. Hatta benim sinemamın da önemli bir yere gelmesinde bu filmin çok etkisi var. Benim kişisel bir bağım da var bu filmle. O dönem annemi kanserden yeni kaybetmiştim. Bu filmde de hasta bir kadın var. Bütün bunları birleştirince duygusal olarak da bana yakın geldiğini düşünüyorum. İnsan ruhunu anlamak için izlenebilecek en acımasız filmlerden biri bence.”

Bir sevgi ve kaybediş hikâyesi…

“Dünya Festivallerinden” gelerek İstanbullu seyirciyle buluşan filmlerden Ona İyi Bak, yönetmen Arild Andresen’in katılımıyla Cinemaximum City’s Nişantaşı’nda gösterildi. Karısının ölümünün ardından evlat edindiği oğluyla bir bağ kurmaya çalışan bir babanın hikâyesini anlatan filmle ilgili yönetmen şunları söyledi: “Bu film yas tutmakla ilgili tabii ki ama daha çok ailelerin çocuklarıyla arasındaki iletişimsizliğe dikkat çekiyor. Ben de babayım ve iki küçük çocuğum var. Babalık her ne kadar güzel olsa da zor bir iş. Ebeveynliğin yoran, yıpratan taraflarına bakmak istedim. Evlat edinme süreciyle ilgili çok araştırma yaptım. Evlat edindiğinizde çocukla ilgili bilinmeyen çok şey oluyor ve her zaman o çocukları anlamayabiliyorsunuz. Filmdeki karakter de bununla çok uğraşıyor. Bu bir baba-oğul hikâyesi; sevgi ve kaybediş hikâyesi…”

İnsanların doğayla ilişkisine dair…

Deneysel video çalışmaları, canlı görsel tasarım performansları ve müzik videolarıyla tanınan sanatçı Ali Mahmut Demirel’in üretim sürecini bütünsel bir yaklaşımla ele alan bir program için İstanbul Film Festivali ve Arter ile bir araya geldi. Sanatçının “Ada” başlıklı sergisi 15 Temmuz’a dek Arter’de izleyicilerle buluşuyor. Demirel’in sergide yer alan üç videosunun esin kaynağı Stalker, Kuyu ve İngiltere’nin Sonu filmleriyse İstanbul Film Festivali’nde “Mimari Ütopyalar-Sinematik Distopyalar” bölümünde gösteriliyor.

Kuyu’nun gösterimi Pera Müzesi Oditoryumu’nda sanatçının katılımıyla gerçekleşti. Ali Mahmut Demirel filmle ilgili şunları söyledi: “Sinema sanatçısı değilim. Yeni yaptığım video işlerim post-apokaliptik, mimari mekânlara bakan video işleri. İçinde insan yok. İnsanların tamamen ortadan kalktığı, kıyamet sonrası bir senaryosu var. Sergimde üç video işi var. Onlardan bir tanesi Bodrum’da çektiğim, yıkılmış bir su sarnıcı hakkında. Sarnıcın kubbesi yıkılınca bir tür kuyuya dönüşmüş ve terk edilmiş. Ben o mekânda insanlar gittikten sonraki hayatı gözlemledim. Oradaki doğayla mekân arasındaki ilişkiyi kameramla gözlemleyip bir video işi yaptım. Bu yaptığım işin ismini de Kuyu koyarak Metin Erksan’ın Kuyu filmine referans verdim. Bu filmle sergideki işim arasında görselliğin yanında metaforik olarak da bir bağlantı var. Ben videomda daha çok insanlık ve insanların doğayla ilişkisi üzerinde duruyorum. Bu filmde de kadın-erkek ilişkisi üzerine bir hikâye var. Filmdeki kadın ve erkek arasında olan bu ilişkiyi, insanlıkla doğa arasındaki ilişkiye benzetiyorum.” Demirel, 15 Nisan Pazar günü Arter’de bir sergi turu olacağını da belirtti.

“Mimari Ütopyalar-Sinematik Distopyalar” bölümü paralelinde dün akşam Salon İKSV’de bir de etkinlik düzenlendi. Etkinlikte Metin Erksan'ın Kuyu filminden seçilen sahneler ekrana yansıtılırken sanatçı Ali Mahmut Demirel ve Berlinli müzisyen-DJ Carlota Marques sahnelere uygun şekilde, canlı olarak müzikal bir performans sergiledi.

“Beşiktaş benim her şeyim”

“Ulusal Belgesel Yarışması”nda yer alan Güzel Adam Süreyya, filmin yönetmeni Gökçe Kaan Demirkıran, filmde yer alan Vedat Özdemiroğlu, Metin Tekin ve filme konu olan, Beşiktaş futbol takımı malzemecisi Süreyya Soner’in katılımıyla Pera Müzesi Oditoryumu’nda gösterildi. Filmin altı yılda tamamlandığını söyleyen yönetmen Demirkıran “Herkes Süreyya'yı bilir. Şu ana kadar filminin çekilmemesine şaşırıyorum ben. Bu yüzden gidip onu buldum. Hem Yeşilçam geçmişi de var. Ben kent kültürü, kent sosyolojisiyle ilgili belgeseller çekiyordum. Bu fikri hayata geçirdim” dedi. “Beşiktaş benim her şeyim” diyen Süreyya Soner, “kendimi mi seyrediyorum diye sordum filmi izlerken. Biz üç kişiydik bu belgesele başladığımızda. Böyle bir şey çıkınca çok şaşırdım” dedi.

Yaşamın Metaforu: 9 Parmak

“Mayınlı Bölge” seçkisinden 9 Parmak, filmin oyuncularından Paul Hamy’nin katılımıyla Cinemaximum City’s Nişantaşı’nda gösterildi. Gösterimin hemen ardından seyircilerden gelen soruları yanıtlayan oyuncu, filmle ilgili şunları söyledi: “Filme hazırlanmak için yönetmenle ve diğer oyuncularla işbirliği içerisinde olmalısınız. Hazırlanmanın da tek bir yöntemi yok. Bazı filmler daha tarihi, daha entelektüel ya da daha estetik olabiliyor. Hepsi için farklı bir şekilde yöntemler geliştiriyorsunuz. Film yapmanın güzel taraflarından birisi de zaten bu; sürekli olarak yeni bir şeyler öğrenmek. Yönetmen FJ Ossang için bu film aslında film noir şeklinde çekilmiş, yaşamın bir metaforu.”

Yargıç Gruwez’in peşinde…

“Çiçek İstemez” bölümünden Hâkim Hanım filminin Beyoğlu Sineması’ndaki gösterimi yönetmenlerden Yves Hinant’ın katılımıyla gerçekleşti. Brükselli Yargıç Anne Gruwez’i davadan davaya bakarken gözlemleyen, bir yandan da Belçika yargı sisteminin trajikomik bir portresini çizen belgeselin ardından Hinant seyircilerden gelen soruları yanıtladı. Çekimlerin üç yıl sürdüğünü anlatan yönetmen, “Gerçekten iyi karakter ve hikâye seçerseniz film yapılabilir. Hikâye zaman içinde oluşuyor. Filmdeki Hâkim Hanım’ı 12 yıldır tanıyorum. 200’e yakın davanın çekimini yaptık, içlerinden en ilginç olan hikâyeleri seçtik. Hâkim Hanım, filmi ‘gerçeğin ta kendisi’ olarak değerlendirdi” dedi. Filmde suçluların yüzünün görülmesiyle ilgili gelen soruya ise Yves Hinant şu şekilde yanıt verdi: “Filmde görülen her kişiyle anlaşma imzalandı. Arkadan çekilmeleri doğru değil. Çünkü kim olduklarını göstermeye hakları var. Saklamak daha kötü olurdu.”

Andrei Cretulescu: “Uzun zamandır bu hikâyeyi içimde taşıyorum”

“Genç Ustalar” bölümünde yer alan Charleston, filmin yönetmeni Andrei Cretulescu’nun katılımıyla gösterildi. Charleston, karısını trafik kazasında kaybeden bir adamın, yas sürecini karısının âşığıyla birlikte atlatmaya çabalamasını konu alıyor. Gösterimin hemen ardından Cretulescu, filmin çıkış noktasını anlattı: “Aslında çok uzun zamandır bu hikâyeyi içimde taşıyorum. Çıkış noktası çocukluğumda annemin babamı bir başka adam için terk etmiş olması. Ama sonrasında geri döndü. Annem döndüğünde ben de ona sordum: ‘Tamam gittin, başka bir adama âşık oldun ama neden geri döndün?’ Bana ‘Babanı çok fazla seviyordum’ diye yanıt verdi. Bir kadın iki adamı birden sevebilir mi diye düşündüm, Charleston da böyle çıktı ortaya.” Cretulescu filmde kullanılan müziklere dair şöyle dedi: “Hem sevdiğim şarkıları hem de filmle beraber bir anlam ifade edebilecek müzikleri kullandım. Belki bilirsiniz; normalde Romen filmlerinde bu kadar müzik kullanılmıyor. Olsa olsa en sonunda jenerik akarken bir müzik kullanılıyor. Kime bu fikri söylediysem ‘delisin sen, bu kadar müzikle asla film olmaz’ dediler. Ama ben böylesini tercih ettim. Romanya’daki tanıtım sürecinde de filmin bu özelliğini kullanıyoruz”

Tolga Karaçelik: “Bu filmi amcamı kaybettiğimde yazmaya başladım”

“Ulusal Yarışma” filmlerinden Kelebekler’in gösterimi yönetmen Tolga Karaçelik ve film ekibinin katılımıyla Atlas Sineması’nda gerçekleşti. Bolca mizaha başvuran filmle ilgili yönetmen Karaçelik, “Bu filmi amcamı kaybettiğimde yazmaya başladım. Adı Mazhar’dı. Yazmak bir tür terapi süreciydi benim için. Yazarken de çekerken de insanların mutlu olmasını, gülmesini istedim; insanlar sinemadan keyifle ayrılsın istedim” dedi. Filmin Sundance yolculuğunu ise oyunculardan Tuğçe Altuğ anlattı: “Sundance çok önemli bir festival. Çok sıcak karşılandık. Gişe Memuru ve Sarmaşık’ı izleyen seyirciler vardı. O filmlerle ilgili sorular da geldi. Filmi çok çok sevdiler. Neredeyse her espriye güldüler. Bu bizim için çok güzel bir şeydi.” Filmin oyuncularından Tolga Tekin “Çok keyif aldım. Senaryo iyiydi. Birbirimizi destekledik, dürttük sürekli. Sonuç olarak ortaya herkesin beğendiği bir film çıktı” dedi.

Köprüde Buluşmalar:

Ortak Yapım: “Adeta bir evlilik…”

Köprüde Buluşmalar’da dün, ortak yapım süreçleri ayrıntılı bir şekilde tartışıldı. Katılımcılar, yapımcı Funda Ödemiş, Selin Vatansever ve Serkan Çakarer’in bitirmekte oldukları ortak yapım projelerinden örneklerle deneyimlerini paylaştıkları konuşmanın moderatörlüğünü senarist ve yapımcı Emine Yıldırım yaptı.

Ali Vatansever’in ilk uzun metraj filmi Saf’ı bitirmeye çalıştıklarını söyleyen Selin Vatansever, film geliştirme platformlarında, sinemacıların potansiyel ortak yapımcılarla tanışabildiklerini, Romanyalı yapımcılarıyla 2016 yılında Köprüde Buluşmalar’da tanıştıklarından beri beraber çalıştıklarını söyledi: “Alman yapımcımızla anlaşmamız daha uzun sürdü, peşinden çok koştuk. Önemli olan anlaşabileceğiniz bir yapımcı olması.”

Ortak yapımlar “adeta çocuklu bir evlilik” diyen Serkan Çakarer, Görülmüştür projesinin üzerinde dört yıldır uğraştıklarını söyledi: “Ortak yapım bir proje için gerekli olabilir ama sizin için ne kadar gerekli ve manalıysa bu filmi yapmak, ortak yapımcılarınız için de öyle olmalı. Herkes için çalışıyor olması lazım bu ortak yapım modelinin. Yoruma açık olmayan, senaryoda değişiklik yapmayan bir yönetmenle de işlemez mesela ortak yapım.”

Fonlamanın önce Türkiye’de gerçekleşmesi gerektiğini söyleyen Funda Ödemiş, “Türkiye’den Kardeşler projesinin fonlaması için iki yıl bekledik. Çok sabırlı olmak gerekiyor. Ardından Alman ortak yapımcımızı bulmam kolay oldu ama ortaklarınızın da sizin kadar heyecanlı olması lazım. Kreatif elemanların dengesini çok iyi kurmak gerek.”

Türkiye’de bir yapımcı olarak hayatlarını sürdürmenin zorluğundan bahseden katılımcılar, ancak iyi işler yaparak hayatta kalabilmenin mümkün olduğunu ve mesleklerini sadece para kazanmak için yapmadıklarını dile getirdiler.

VR’da anlatı

Köprüde Buluşmalar’ın dünkü etkinliklerinden “VR Deneyimi: Farklı bir formatta düşünmek”, yönetmen ve yapımcı Carlos Hagerman, Timelooper Yapım Yöneticisi İlker Çevikkaya ve Solis Film’den yapımcı Müge Özen’in katılımıyla yapıldı. VR deneyiminin bir film izlemeden farklı olduğunu söyleyen Hagerman, “VR’da oradasınız ve o dünyadan birisiniz” dedi. VR’daki kurmaca anlatısının üç başlıkta incelenebileceğini dile getiren Hagerman şunları ekledi: “İlki görünmez kişi. Seyirciyi öyle bir noktaya koyuyorsunuz ki bütün olaylar seyircinin etrafında yaşanıyor. Bir diğer anlatı ise seyirciyi, herkesin onu gördüğü öznel bir noktaya konumladığınız, öznel anlatı. Bu anlatıda görünmez değilsiniz ve deneyimin bir parçası oluyorsunuz. Üçüncü anlatı ise rüyamsı anlatı. Yarı rüya, yarı gerçeklik gibi duran, deneyimlediğiniz dünyanın kurallarını çok anlamadığınız bir anlatı.”

Etkinlik, katılımcıların Carlos Hagerman’ın çektiği iki VR filmi izlemesiyle devam etti. Katılımcılar, izledikleri filmler üzerinden deneyimlerini paylaştı; anlatının öznel olan ve olmayan yerleri konuşuldu. Ses ve ses tasarımının yaratılmak istenen dünyada çok büyük rol oynadığına değinen Hagerman, “VR’da alanı ses ile de yaratıyorsunuz. O yüzden iyi bir ses sistemiyle bu filmleri izlemek önemli” dedi. Ardından, katılımcılarla birlikte bir VR film çekimi denemesi yapıldı. Müge Özen, İlker Çevikkaya ve Carlos Hagerman’ın yönetimiyle, VR’da mizansene göre kameranın nereye konulacağı, nasıl bir sahne yaratılıp nasıl çekileceğine dair bir alıştırma yapıldı. Katılımcıların kurgulayıp izleme fırsatı da bulduğu bu deneme çekimiyle VR formatı üzerine tartışıldı.

Yukarı