16 Nisan Pazartesi
Sunumlar:
Duygular dünyasında bir film
Mehmet Ali Konar’ın ilk filmi, “Ulusal Yarışma”da yer alan Renksiz Rüya, yönetmen ve film ekibinin katılımıyla Atlas Sineması’nda gösterildi. Yaklaşık on yıldır film yapmak istediğini söyleyen Konar şöyle dedi: “Ancak geçen yıl film yapma imkânını bulabildim. Hissettiğim, inandığım hikâyeyi çekmeye çalıştım. Duygular dünyasında durmak istedim, çok büyük laflar etmek istemedim.”
13 gün gibi kısa bir sürede Diyarbakır’da çekilen filmin yapımcılarından, yönetmen Tayfur Aydın şöyle dedi: “Ben post aşamasında dahil oldum filme. Ali izlettiğinde, bitmiş bir montaj vardı ama bir sürü eksiği vardı. Ona rağmen, oyuncularını ve filmin duygusunu çok sevdim, ‘dahil olmalıyım bu işe’ dedim. Sonra birlikte tamamladık filmi.”
Birbirine düşman iki zıt dünyanın ortasında bir çocuk…
“Sinemada İnsan Hakları Yarışması” filmlerinden Muhi, yönetmenler Rina Castelnuovo-Hollander ve Tamir Elterman’ın katılımıyla Beyoğlu Sineması’nda gösterildi. Birbirine düşman iki zıt dünyanın, İsrail ile Filistin’in ortasında, hastaneye hapsolmuş yedi yaşında bir çocuğu takip eden filmin çıkış noktasıyla ilgili yönetmen Rina Castelnuovo-Hollander şöyle dedi: “Beş yıl önce her iki taraftan hem uzlaşmaya hem de barışa inanan insanların fotoğraflarını çekmek üzere bir proje başlatılmıştı. Muhi, bu fotoğrafı çekilecek kişilerden biriydi. Bu şekilde tanıştık ve sonra bu fikir gelişti”. Tamir Elterman ise süreci şu şekilde anlattı: “Bu işe başladığımız zaman hikâyenin bizi nereye götüreceğini bilmiyorduk. Çünkü gerçek yaşama dayanan, olan biteni gözlemlediğimiz bir belgesel çekiyorduk. Olayların akışına kendimizi bırakarak Muhi’yi ve ailesini her gün hastanede görüntülemeye, olan biteni takip etmeye çalıştık. Yazılmış bir senaryo olmadığı için proje kendi kendine ilerliyordu, biz de nereye gidecek diye izliyorduk.”
Gelenekler, sınıf çatışmaları ve ahlaki yozlaşmalar…
“Uluslararası Yarışma” bölümünde yer alan Cocote, filmin yönetmeni Nelson Carlo de los Santos Arias’ın katılımıyla Cinemaximum City’s Nişantaşı’nda gösterildi. Filmde Dominik Cumhuriyeti’ndeki gelenekler, sınıf çatışmaları, şiddet eğilimi ve ahlaki yozlaşmayı ele alan yönetmen, filmle ilgili “Melez olmanın siyasal ya da estetik anlamını kavramaya çalıştım. Önceki işlerimde de bu vardı. Burası 4:3 burası siyah-beyaz olsun diye düşünmedim; bu estetik tercihler bence bu durumun bir yansıması.” dedi. Filmin başkahramanı Alberto’yla kendisi arasında bir benzerlik olup olmadığı sorulduğunda şöyle yanıt verdi: “Alberto’nun çektiği dini acılar bende olmadı. Ben laik bir ailede büyüdüm. Ülkede zengin-fakir ikilemi halk tarafından çok tartışılmıyor. İşçi sınıfındanım; annem ve babam ailelerinde üniversiteye giden ilk insanlar. Ben de okudum ve bunun avantajıyla yurtdışına gidebilen azınlıktan oldum. Belki bu sayede bu nesilde bu fikirler tartışılmaya başlar.”
Bir üçgen dört köşeli olabilir mi?
“Türkiye Sineması”nda “Yarışma Dışı” seçkisinde yer alan Dört Köşeli Üçgen, yönetmen Mehmet Güreli, yapımcı Görkem Yeltan ve ekibin katılımıyla Beyoğlu Sineması’nda gösterildi. Filmi Salah Birsel’in aynı adlı romanından yola çıkarak çektiklerini söyleyen Güreli, sözlerin çoğunu hatta tıpatıp aynısını romanda bulabilirsiniz” dedi ve konuşmasına şu şekilde devam etti: “Salah’ın sinemaya yatkın tek romanıdır bu. Yazıldığı sıralar yedi yaşındaydım ve yanı başımda yazıldı. Salah’ın bazı şiirlerini şarkı da yaptım. Eminim ki Salah duysa çok severdi.” Oyunculardan Kaan Çakır ise Güreli ile ikinci filmi olduğunu ve onunla çalışmanın çok keyifli olduğunu belirtti. Diğer bir oyuncu Mustafa Dinç, “daha önce filmlerde yer almadım. Bir arkadaşım aracılığıyla Güreli ile tanıştım. Mehmet hocanın dünyaya, romana bakışında bir güzellik buldum ve onu tanımak ekibiyle çalışmak çok keyifliydi” dedi.
Salim Shaheen’in neşeli hayatı
“Antidepresan” bölümünde yer alan Nothingwood, yönetmen Sonia Kronlund ve ekibin katılımıyla Atlas Sineması’ndaydı. Afganistanlı sinemacı Salim Shaheen’in son derece eğlenceli hikâyesini anlatan belgeselin çıkış noktasıyla ilgili yönetmen Kronlund “Afganistan’a sık sık gidiyorum ve döndüğümde hep saldırılar, kadın hakları ihlali gibi kötü haberler bildiriyordum. Ülkenin farklı bir yüzünü de gösterebiliriz diye düşündüm. Sonuçta orada da hayat devam ediyor; film çekiliyor, evleniyorlar. Dünyaya bunu göstermek istedim” dedi.
Soykırımın ardından iki kadın
“Sinemada İnsan Hakları Yarışması” bölümünde yer alan Kigali’de Kuş Sesleri, yönetmenlerden Joanna Kos-Krauze’nin katılımıyla Beyoğlu Sineması’nda gösterildi. Mülteci krizini sinemanın pek alışık olmadığı bir bakış açısıyla ele alan film, Krzysztof Krauze’nin 2014’te ölmeden önce eşiyle birlikte çektiği son film. Filmin gösteriminin ardından seyircilerden gelen soruları yanıtlayan yönetmen, hikâyenin merkezinde olan iki kadın karakter arasındaki ilişkiyle ilgili şunları söyledi: “Birkaç yıl Ruanda’da ve Güney Afrika’da yaşadım. Burada soykırımdan etkilenen kadınlarla vakit geçirdim. Bu kurbanlar birlikte zaman geçirmek istiyorlar mı? Bazen bir arada olmak istemiyorlar. Çünkü birbirlerini gördükçe yaşananları hatırlıyorlar. Bir de şahitlik perspektifinden de durumu ele almak istedik. Çünkü bir yandan da kurbanların travma sonrası stresini göstermeye çalışıyorduk. Kurbanlarda entegre-vizyon kaybı yaşanabiliyor. Bulundukları zamanı, geçmişi ve geleceği karmaşık hatırlayabiliyorlar. Ya da sürekli ‘flashback’ yaşıyorlar. Bunları da göstermek için filmi bu şekilde resmettik.”
Elliott Crosset Hove: “Gözlem yapmak için geziye çıktık.”
“Uluslararası Yarışma” filmlerinden Kış Kardeşleri’nin Cinemaximum City’s Nişantaşı’ndaki gösterimine oyuncu Elliott Crosset Hove Danimarka Kültür Enstitüsü’nün katkılarıyla katıldı. “Metin üzerinde çok çalıştık. Gözlem yapmak için geziye çıktık ve orada işçilerle çok konuştum. Çekimlerden önce yediklerime de dikkat etmeye başladım” diyen Hove, filmde sesin bu kadar fiziki ve gergin olmasının belirli mesajlar verme kaygısıyla bağdaştığını vurguladı ve oynaması en zor olan sahnenin dövüş sahnesi olduğunu söyledi: “Kavga ve öfke moduna girebilirsiniz ama bunu oynarken ayrı bir çaba harcıyorsunuz.”
Toplumsal dramdan gerilime doğru
“Mayınlı Bölge” filmlerinden Sevme Beni, yönetmen Alexandros Avranas ve başrol oyuncusu Eleni Roussinou’nun katılımıyla Cinemaximum City’s Nişantaşı’nda gösterildi. Yönetmen Avranas şöyle dedi: “Film 2011 yılında yaşanan bir olaydan esinlendi. Oyunculuk seçiminde öncelikle büyük bir yalanı gerçek gibi gösterebilecek oyunculara ihtiyacımız vardı. Aynı zamanda genç ve zengin yaşamı da sindiriyormuş gibi görünmeliydiler. (…) Gelecek nesillerden umudum hiç yok. Ekonomik çöküntüden sonra hiçbir şey yolunda gitmedi. Gençler para peşinde, yaşlı nesil ise onları bile halletmeye çalışıyor. Film biraz bunun metaforu gibi.” Oyuncu Eleni Roussinou ise şöyle dedi: “Bu role çalışırken en büyük motivasyonum Avranas ile çalışmaktı. Filmin birinci kısmı boyunca sürekli bir yalanı canlı tutan birini canlandırmam gerekiyordu, yani izleyiciye sürekli yalan söylememi gerektiriyordu. Bu da benim için zaman zaman zorlu oldu” dedi.
Sade bir sinemanın peşinde
“Ulusal Yarışma” filmlerinden Yol Kenarı, yönetmen Tayfun Pirselimoğlu ve ekibin katılımıyla Atlas Sineması’nda gösterildi. Filminin, işaret etmek istediği şeylere dair alegorilerle dolu olduğunu ama bunları açıklamayı doğru bulmadığını söyleyen yönetmen; “Seyirci kendi meşrebince anlıyor. Mutlaka sizin anladığınız benimkinden farklıdır, bunu bozmak istemem” dedi ve şunları ekledi: “Filmin anlatmak istediği şey ve benim muradım aslında şu: Kötü bir yere doğru gidiyoruz. Gidişat kötü bir sonu işaret ediyor, sadece biz değil bütün dünya için. Fakat kıyamet iyi bir şeyin işaretidir de bence çünkü bir sona gitmeden yeniden başlamak mümkün olmaz. Dip yok diyoruz ama aslında nerede olduğunu bilmiyoruz. Ancak sona giderek başlangıca dönebiliriz. Filmde yeni bir başlangıç için umut var.”
Filmin görsel estetiği ile seyirciden gelen soruyu yanıtlayan Pirselimoğlu, “atlayan, zıplayan, dans eden kamerayı sevmiyorum. Sade bir görselin ve sinemanın peşindeyim. ” dedi. Filmin uzaktaymış gibi görünen ama aslında öyle olmayan bir yerde geçtiğini vurgulayan yönetmen, “ana yolda akan bir hikâye değil, yan yoldan geçiyoruz” dedi.
Güncel bir yabancılık tartışması 5
“Uluslararası Yarışma” seçkisinden Western, yönetmen Valeska Grisebach ve oyuncu Syuleyman Alilov Letifov katılımıyla Cinemaximum City’s Nişantaşı’nda gösterildi. “Bazen oyuncular karakterleri kendi kendilerine göre oynuyor. Bunun filme yeni bir perspektif kazandırdığını düşünüyorum ve istediğim tam olarak buydu. Oyuncuların hayatı yansıtması. (...) Aradığım sahte bir vahşi doğaydı ve Yunanistan-Bulgaristan sınırı da bunun için çok uygundu. Filmde beni ilgilendiren, insanlar arasındaki ilişkiler ve bu ilişkilerdeki belirsiz anlar. Karakterler; macera yaşamaları gerektiğini düşünen ama yaşamayan, hayatın kendilerine bir şeylerin borçlu olduğunu düşünen insanlar. Bu yüzden onlar arasındaki gerilimi ve çatışmayı vermek istedim.”
Blerta Zeqiri: “Anılarımızı kurguladık”
“Nerdesin Aşkım?” bölümünde yer alan Evlilik, filmin yönetmeni Blerta Zeqiri ve başrol oyuncularından Alban Ukaj’ın katılımıyla Cinemaximum City’s Nişantaşı’nda gösterildi. Filmin senaryo süreciyle ilgili yönetmen Zeqiri şöyle dedi: “Senaryo çok uzun sürede yazıldı. Eşimle birlikte yazdık, kendisi aynı zamanda filmin yapımcısı ve ortak senaristi. Daha sinopsis aşamasından oyuncularımız da bu sürece dahil oldular, karakterleri hep beraber geliştirdik. Hatta zihinlerimizde eski sevgililerimize de gittik, onları da kattık. Bir şekilde anılarımızı kurguladık diyebiliriz. (…) Filmin finansmanı Kosova ve küçük ortak Arnavutluk sinema fonları tarafından desteklendi.” Oyuncu Alban Ukaj şöyle dedi: Film Kosova’da gişe rekorları kırdı. Hiç beklemiyorduk ama her nesilden insan, bizim yaşımızdakiler, anne-babamız yaşındakiler, gençler, filmi görmeye gitti. Her galadan önce ürküyorduk, ama hep çok olumlu tepkiler aldık.”
Bir büyüme hikâyesi…
“Çiçek İstemez” seçkisinde bulunan Ava, filmin yönetmeni Léa Mysius ve başrol oyuncusu Noée Abita’nın katılımıyla Cinemaximum Zorlu Center’da gösterildi. Genç bir kızın büyüme hikâyesini girift bir anlatı üzerinden kuran filmle ilgili yönetmen, “Bu benim ilk uzun metraj filmim. Başrol oyuncumuz Noée de dahil olmak üzere filmde görev alan pek çok kişinin de aynı şekilde… Senaryo eğitimi aldım, bu senaryo benim bitirme tezimdi. Filmi Fransa’nın güneydoğusunda çektik” dedi. 17 yaşında oyunculuk kariyerinin çok başında olan Noée Abita ise role hazırlık sürecini şu şekilde anlattı: “Beden dili üzerinde uzunca bir süre çalıştık. Önce Ava’nın bedenini öğrenmem gerekti. Görüş alanı kısıtlı biri olduğu için gözlerinin hareketleri ve yürüyüşü çok önemliydi. Onu tanıdıktan sonra zaten devamı geldi.”
Her Şeye Rağmen Mutluluk
“Türkiye Sineması”nda “Yarışma Dışı” seçkisinde yer alan Bağcık, filmin yönetmeni Görkem Yeltan ve ekibinin katılımıyla Beyoğlu Sineması’nda gösterildi. Senaryoyu Asuman Kafaoğlu Büke ve Yalçın Akyıldız ile birlikte yazan Yeltan şunları söyledi: “Bir aile yaratma ve büyütme derdimiz vardı. Bir aile kurmayı işledik bu filmde. Senaryonun başından itibaren aynı ekiplerle çalıştık.” Aile konusu üzerine anlatmak istediği daha pek çok hikâye olduğunu söyleyen yönetmen şunları ekledi: “İlkinde bize verilen bir aile vardı ve bu ailede kabul edilemeyecek şeyler vardı. İkincisinde ise aile kurmanın ne olduğunu göstermek istedim. Bu filmde her şeye rağmen mutluluğun var olduğunu anlatmak istedik.”
Pivio’dan Napoliten bir müzikal, komedi ve aksiyon
“Antidepresan” seçkisinde yer alan Sevda ve Kurşunlar, filmin müziklerini Aldo de Scalzi ile birlikte yapan, Hamam filminin müzikleriyle tanıdığımız Pivio’nun katılımıyla Cinemaximum City’s Nişantaşı’nda gösterildi. Korhan Kutacı ile birlikte yaptıkları festival sohbetinde, bir filme soundtrack hazırlamak ile bir müzikale müzik yapmanın çok farklı olduğundan bahseden Pivio film ile ilgili şunları söyledi: “Film müzikal olduğunda, müzik aslında senaryonun bir parçası. Metnin bir parçası olduğu için oyunculara son hali olmasa da sahnede oynarken kullanılacak müzikleri önceden hazırlamanız gerekiyor. Bu filmde neredeyse bütün şarkılar Napoliten, İtalyancadan başka bir dilde söyleniyor. Oyuncuların o dilde akıcı olabilmeleri için onlara vakit de ayırmak lazım. Besteleyeceğiniz şarkıların filmin ritmine de uyması gerek. Çekim için bir versiyon hazırlayıp, post aşamasında orkestra ile son halini verebiliyorsunuz müziklerin.”
Filmi kaçıranlar için bir diğer gösterim 17 Nisan Salı günü Rexx Sineması’nda saat 19.00’da!
Festivalin Kısaları Seyirciyle Buluştu
“Ulusal Kısa Film Yarışması” Program I’de yer alan Kötü Kız, Anadolu Yok, Doğu Yakası, Arin, Bitmiş Aşklar Müzesi, Sana İnanmıyorum Ama Yerçekimi Var yönetmen ve ekiplerinin katılımıyla Pera Müzesi Oditoryumu’nda gösterildi.
Sana İnanmıyorum Ama Yerçekimi Var filminin yönetmeni Umut Subaşı şöyle dedi: “Aynı apartmanda yaşayan, mimari olarak çok benzer evlerde, farklı olsalar da benzer hayatları yaşayan insanları anlatma isteği çıkış noktam oldu. Sonrasında yerçekimini metafor olarak kullanma fikri doğdu.”
Arin filminin yönetmeni Mizgin Müjde Arslan filmin gerçek bir hikâyeye dayandığını anlattı: “Çinli bir arkadaşımın anne ve babasının başından geçmişti. Aslında basit gibi görünen bir şey ‘ben neredeyim’ diyebilmek ama kolay olsa da kendi tarihinizi ve kültürünüzü birlikte getiriyor. Film bir kayıp hikayesi; bir kaybın ardından başka birini aramak…”
Murathan Özbek, Bitmiş Aşklar Müzesi’nin fikrini Zagreb’te bir müzeden aldığını açıkladı: “Beni çok etkilemişti; her objenin bir hikâyesi var ama belirtilmemiş, siz yazıyorsunuz onu. Ben küçükken şıpsevdi sakızlarında çıkan şeyleri gerçeğe dönüştürmeye çalışırdım. Aslında basit bir şey aşk; birine çay uzatmak, sarılmak, sırtına üşemesin diye hırka koymak… Ama büyünce işin içine egolar giriyor, büyütüyoruz aşkı halbuki basit bir şey.”
“Ulusal Kısa Film Yarışması” Program II filmleri Hit Me Baby, Toprak, Tapınak Şövalyeleri, Bızın, Sirayet, Kaset yönetmen ve ekiplerin katılımıyla Pera Müzesi Oditoryumu’nda gösterildi.
Toprak filminin yönetmeni Alican Durbaş bölünmüş ekranda akan hikâyenin görsel ve biçimsel bir karar olduğunu söyledi ve şunları ekledi: “Sürecin farklı evrelerini eşzamanlı olarak göstermek istedim. Adam sürekli mezar kazıyor ilk kısımda ve diğer adam da mezara ulaşmaya çalışıyor. İkinci kısımda ise mezar kazan gömmeye başlıyor, mezara gelen de eve geri dönüyor. Eylemin bu tersliği üzerinden, 9 resimden oluşan bir dünya ile anlatıda bir aksiyon kurmaya çalıştım.”
Arda Ekşigil Tapınak Şövalyeleri’nin berberde kendi başından geçen bir olaydan yola çıkarak oluştuğunu anlattı: “Çok dar bir alanda çalıştık, acı çektik çekerken. Filmin sonuyla ilgili tam o anı, ben berberde yaşadım. Filmin sonunda o olsun istedim.”
Bızın filminin yönetmeni Boğaç Uzun, filmin kültürel arka planı ile ilgili seyirciden gelen soruyu şöyle yanıtladı: Ben istediğim gibi yaşayamadığım gibi birçok halk da istediği yaşayıp, istediği gibi konuşamıyor. ‘Nasıl bir diyalog için ne tür sorular sorulabilir’ üstünden düşündüm. Bızın’ın en sevdiğim yeri, temas kurmakla ilgili olması. Temas kurarak, sarılarak çözeceğiz belki de bazı şeyleri.”
Hit Me Baby filmin yönetmeni Semih Gülen şöyle dedi: “Nakavt olduğunu görmesek de kaybetme hissinin geçtiğini düşünüyorum çünkü kınada da fiziksel bir saldırı altında görüyoruz. Siyaha düşmesiyle o macera bitiyor, yeni bir macera başlıyor.”
Etkinlikler:
Shirin Neshat: “En büyük ilham kaynağım Ortadoğulu kadınlar”
İran doğumlu New Yorklu sanatçı ve sinemacı Shirin Neshat, Yapı Kredi Kültür Sanat’ta sinema yazarı Esin Küçüktepepınar’la birlikte festivalin son sohbetini gerçekleştirdi. Bu yıl festivalin “Sinemada İnsan Hakları Yarışması” jürisinde yer alan sanatçı, konuşma boyunca fotoğraf ve video işleri hakkında bilgi verdi, film yapma deneyimlerini dinleyicilerle paylaştı.
Şiirsel bir dilinin olduğunu söyleyen Neshat, edebiyat ve tarihle iç içe eserler yaptığını; kendi yaşadıklarına paralel olarak yaptığı işlerde hüzün ve karanlığın hâkim olduğunu söyledi: “Önce sanatçıyım, sonra kadın sanatçıyım, sonra İranlı bir kadın sanatçıyım. En büyük ilham kaynağım Ortadoğulu kadınlar. İşlerimi onların mücadeleci hayatlarıyla özdeşleştiriyorum.” Fotoğrafların üzerinde sık sık kullandığı şiirlerle ilgili olaraksa “Fotoğrafların üzerine yazmayı seviyorum çünkü o şiirler görülen bedenin sesi oluyor, ona hayat veriyor. Müzik gibi bir nevi…"
Önce Erkeksiz Kadınlar, sonra bu yıl festival kapsamında da gösterilen Ümmü Gülsüm’ün Peşinde filmlerini çeken sanatçı, bu süreçte edindiği deneyimlerle ilgili şöyle dedi: “Hep en zor projeleri seçiyorum. Ümmü Gülsüm hakkında Mısırlı yönetmenler bile bir film çekmemiş. Çünkü hâlâ çok kutsal bir figür. Filmleri çok kısıtlı bütçelerle çekiyoruz. Bu yüzden de mükemmel olmadıklarını özellikle göstermek istiyorum. Bazen altı yılınızı harcayıp işin sonunda gerçekten bir şey başarırsınız ama bu başarı mükemmel değildir. Bu yüzden film yapmaya başlarken çok büyük bir kitle tarafından izlenmeyeceğini bilerek işe koyuluyoruz. Zaten bu filmleri herkes izlesin ve beğensin diye yapmıyoruz. Senaryoyu yazarken hep destek alıyorum ve daha da önemlisi hep ‘elimdeki hikâyeyi izleyiciye nasıl veririm?’ diye düşünüyorum. Kiarostami, Bergman, Tarkovski gibi yönetmenlerden etkilendiğimi söyleyebilirim.” Neshat sinema sektöründe neden yeteri kadar kadın olmadığı konusundaysa “Kadınların anlatmak istedikleri hikâyelerle erkeklerin anlatmak istedikleri hikâyeler çok farklı. İzleyici erkeklerin anlattığı hikâyeleri istiyor” dedi.
İran’da 1979’daki devrimden sonra ülkesinden göç etmek zorunda kalan sanatçı, Türkiye’yi artık gidemediği, işlerini sergileyemediği memleketi İran’ın yerine koyduğunu söyledi. Göçün devam eden bir süreç olduğunu paylaşan Neshat, “Eğer bu yaşadıklarımı yaşamasaydım bir sanatçı olmazdım diye düşünüyorum. Bir gün İran’la ilgili bir iş yapmak istemiyorum da yapabileceğimi de düşünmüyorum. Ama her zaman İranlı bir sanatçı olarak işlerimi yapacağım” dedi. Sanatçı bu anlamda kendi işlerini kimilerinin sesini duyurmak ve dünyayı değiştirmek için bir araç olarak değerlendirdi.
Sanatçı son olarak ise sinemayla ilgili deneyimini bir üst seviyeye taşımak adına ilerleyen zamanlarda izleyicinin film içinde yürüyebileceği, sinematografik öğelerle görsel sanatı bir araya getireceği bir projesinden bahsetti.