Emektar makinistimiz Gökhan Pamukçu’yu yönetmen Burak Çevik’in yazısı ve fotoğraflarıyla anıyoruz.

“Gökhan Pamukçu abim, 3 hafta önce vefat etmiş. 3 hafta önce yakınlarınca tutulmuş bir yası bencilce tekrar hatırlatmak istedim çünkü ben yeni öğrendim. Bir merdiven boşluğunda, misafirlik için kapıyı tıklatmadan hemen önce telefonda, oğlundan öğrendim.

Gökhan Abi ile 2015 yılının Aralık ayında Galatasaray'da çay içmek için sözleştiğimizde tanışmıştık. İstanbul Film Festivali için 16mm’den bir gösterim programı hazırlıyordum. Her ukala ve kendisine sunulan fırsatı biraz da şımarıkça kullanmak isteyen genç gibi, bu program için birlikte çalışacağım makinisti kendim seçmek istemiştim. Aklımda başka biri vardı. Kerem Ayan’a bunu söylediğimde, ‘‘Sen Gökhan Abi ile tanıştın mı?’’ dedi. Tanışsaydım, başka biriyle çalışmak istemeyeceğimi o biliyordu, ben daha bilmiyordum. Görüşmeye isteksizce gittim. Aklımda dedemden de yaşlı bir beyefendinin bana patronluk taslayıp, üstten konuşacağını hayal etmiştim. İlk çayımızı bitirip, ikincisini söylerken bu önyargım yüzünden kendimden utanmaya başladım.

O ilk görüşmemizde Gökhan Abi ile saatlerce film konuştuk. Peliküle dokunmanın önemini, sinemanın temelindeki somutluğu tahmin ediyordum. Ama ondan öğrendim. Film gibi olmaya çalışsa da 1 ve 0 datalarından oluşan videoya sitemkardı. İstanbul Film Festivali’nin yıllarca tüm bobinlerine dokunmuş, sayfalarca not almış, sinema ile yaşamış biri olarak, videonun, filmin yerini tutamayacağını düşünüyordu. Ancak çok da kızamıyordu. Gökhan Abi sitem ederdi ama kendisini kızarken hiç görmedim.

O gösterim serisi vesilesiyle çalışmasına yakından tanıklık etme şansı buldum. Açlığını unutturan işine olan saygısından, titizliğinden ve adanmışlığından, ufak bir hatasında kendisine duyduğu gizli öfkesinden, seyirciler filme odaklanmışken, onun tüm bedeniyle film makinasını takip edişinden, film yandığı ya da çarklara sıkıştığı andaki kendinden emin, güven veren müdahalesinden çok şey öğrendim. Sinemayı keskin çizgilerle ayırmazdı. Brakhage izlediğimiz test gösterimleri sırasında yan yana oturduğumuz salonda ikimizin de yaşıt olduğunu hissederdim. Benzer bir tutkuyu paylaşan iki yaşıt dost.

Genelde yaptığı işe olan tutkusu hayatına yayılmış insanlarda olduğu gibi Gökhan Abi’nin de parayla olan ilişkisi zayıftı. Hem insanları kıramayan bir bünyeye sahip olduğundan hem de zaman geçtikçe seyrekleşen pelikülden film gösterme pratiğine saygısından dolayı pazarlık yapmayı hiç sevmezdi. Bir gün, ‘‘Burak bu böyle olmuyor, beni aradılar mı sen konuşur musun?’’ demiş ve o günden beri iş geldi mi, benim telefonumu vermişti. Ben de, onun belki de son kalan makinistlerden olduğundan haberdar olmayan, ukala sanat galeri sahiplerine gereken ayarı mutlulukla çekerdim. Onun hak ettiği değeri görmemesine olan kızgınlığım zaman zaman Gökhan Abi’ye iş kaybettirse de bir türlü kendimi tutamazdım.

Gökhan Pamukçu’nun festival sırasında tuttuğu film kontrol raporları

Arnavutköy’deki atölyeye çevirdiği evini ziyaretlerimde, her zaman arka odaya götürüp üstünde çalıştığı yeni makinayı ya da looper’ı gösterip, çocukça bir heyecanla dünyada başka örneği olmadığının altını çizerek uzun uzun anlatırdı. Konuşma aralarında dönüp, ‘‘Ne zaman film gösteriyoruz, Burak?’’ derdi. En son hangi filmi göstermiştik? Acaba yer altında bir mahzende gösterdiğimiz Michael Snow’un 3 saatlik La Région Centrale filmi miydi? Türkiye’de sinema salonunda, (yanlış bilmiyorsam) 16mm’den Stan Brakhage, Barbara Hammer, Michael Snow, Jonas Mekas, Robert Breer, Yvonne Rainer, Hollis Frampton, Paul Sharits, Standish Lawder, Ernie Gehr, Chick Strand, Anne Severson ve daha nicelerini ilk defa Gökhan Abi gösterdi. Tüm bobinleri kendi elleriyle etiketledi, metrelerce pelikülü kendi elleriyle kontrol etti. Ben de herkes gibi onun sayesinde izledim. Keşke helallik alabilseydim.

Gökhan Abi; seni çoğunlukla işim düştüğü zamanlarda aradığım, karşılıklı boşa çıkmış çay içelim temennilerini sadece diyaloglarımızın bir rutini olarak düşündüğüm için özür dilerim. Sohbetini, sinemaya olan tutkunun gözlerindeki etkisini görmeyi, zanaatine olan saygının hayatının her köşesine nizami bir şekilde yayılmış olmasını, kişi ve mekân ayırmayan dürüst nezaketini, bir işi çok iyi yapıyor olmanın yanında dimdik duran şaşırtıcı mütevazılığını özleyeceğim.

Huzur içinde uyuyorsundur diye umuyorum. Allah rahmet eylesin.”

Yukarı