Béla Tarr, 2011 yılında 30. İstanbul Film Festivali'nin Sinema Onur Ödülü'ne lâyık görüldü.

Béla Tarr, 1955’te Macaristan’ın Pécs kentinde doğar. Daha on altı yaşındayken 8 mm filmler çekmeye başlar. Önceleri felsefe okumaya karar verir, ama üniversitede felsefe okumasına izin verilmez. Çekmiş olduğu filmler yüzünden genç yaştan rejimle sorunlar yaşar. Macaristan’daki küçük bir bağımsız film stüdyosu olan Béla Balász Stüdyosu’nun yardımlarıyla ilk uzun metrajlı filmi Családi Tüzfészek / Aile Yuvası’nı (1979) tamamlar. Bir yıl sonra Mafilm’le birlikte çalışarak, Szabadgyalog / Yabancı adlı filmini çeker. Ardından da Panelkapcsolat / Prefabrike İnsanlar (1982) gelir.

İlk üç filminde toplumsal meselelere eğilen Béla Tarr, sonraki filmlerinde ülkesinde büyük bir yoksulluk altında ezilen insanlara filmlerinde yer verirken, bunun yanında birtakım ontolojik sorulara da cevap arar. Evrende her şeyin bir nedeni olduğuna inanır ve insanı evrenin en küçük parçalarından biri olarak görür. 1988 yapımı Kárhozat / Lanet, sinema tarihinin unutulmaz filmlerinden biri olan 450 dakikalık Sátántangó / Şeytan Tangosu (1994) ve hüzünle melankolinin birleştiği Werckmeister Harmóniák / Karanlık Armoniler (2000) bu anlamda yönetmenin varoluşsal sorgulamalarını yoksulluk, ahlaki çürüme ve yozlaşma gibi meselelerle birlikte ele aldığı filmlerine örnek teşkil eder.

Bir diğer ünlü Macar yönetmen Miklós Jancsó gibi uzun plan sekanslarla ve siyah-beyazdan şaşmayan etkileyici görüntü yönetimiyle izleyenleri kendine hayran bırakan Béla Tarr, metafiziğe kaymayan mistik ve felsefi bir derinliğe sahip meseleleriyle de öne çıkar. Eski Ahit’ten beri yeni bir hikâye anlatılmadığına inandığı için film izlemeyen, hikâye anlatmaya çalışmayan, senaryo ve storyboard gibi süreçleri “aptalca” bulan ve kendine has bir film üretme şekli benimseyen yönetmen, bu yıl festivalde gösterilecek olan, Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı ve FIPRESCI ödüllerini de kazanan son filmi A torinói ló / Torino Atı’ndan (2011) sonra sinemayı bıraktığını açıklayarak, takipçilerini bir kez daha şaşırtmayı başarmıştı.
– Barış Saydam

Yukarı