Duygu Sağıroğlu, 2007 yılında 26. İstanbul Film Festivali'nin Sinema Onur Ödülü'ne lâyık görüldü.

BENİM DUYGU'M

Kendisiyle tanışmadan çok önce yüz yüze geldim Duygu Sağıroğlu ile. İki karışlık sahnelerde yüzdürdüğü gemilerde yolculuk ettim; bilmem hangi çer çöple yarattığı gecekondu mahallelerinde gezindim; bahçelerinde soluklandım; yağdırdığı yağmurlarda ıslandım... "İki kalas"a, "heves"in çok ötesinde bir yaratıcılıkla can verendir o. Onunla tiyatro sahnelerimiz boyalı bezler gerili kereste yığınlarının kuşatmasından sıyrılmış, hayal gücümüzü kışkırtan büyülü alanlara dönüşmüştür. Duygu dekor "inşa etmez"; oyunla soluk alıp verir... Onun "dekoru", oyun seyirci önüne çıktığında bile bitmemiş bir sürecin sonuncu adımıdır olsa olsa; bir "sonuç" değil. Derken, tiyatro sahneleri onu yitiriverdi apansız. Kadife perdenin arasından gizlice süzülerek, tasarımcı ve yönetmen yardımcısı olarak nicedir göz kırptığı gizli sevgilisine, sinemaya kavuştu. Daha ilk filminden başlayarak, ışık kadar gölgeyi de değerlendiren, etkili kamera açılarıyla saklı duyguları anlatmayı bilen bir estetle tanışmıştır Yeşilçam sineması. Çoğunun senaryosunu kendisinin yazdığı filmlerinin adları da, içeriği de tutkulu kişiliğinin yansımalarıdır: "Bitmeyen Yollar"a dalar, "(Ben) Öldükçe Yaşar(ım)","Seni Affede(mem)mez", "Ya (Sev)er, Ya (Öldür)ür!" Sinemamızın yabancı dağıtımcıların darbeleri altında yerle bir olmasının ardından, "aile ocağı" tiyatroya döndüğünde pet şişeler, naylonlar, plastik nesneler... "Yeni dünyayı", o dünyayı er geç yok edecek malzemelerle anlatır: Geçmişe özlemle değil, keskin eleştirel bir bakışla. "Yenilikçi" olmaya özenmemiştir Duygu; o düpedüz "yenidir"; son adımı ilk adımı kadar ön yargısız, ürkek, araştırıcı... Her dem "taze" kalmasının sırrı da bu olsa gerek. Onunla ortak bir serüvene girişeceksiniz, ayağınızı denk alın: Ne ona rahat yüzü görmek vardır artık, ne de size rahat yüzü gördürür. Aralıksız sorgulamaya, acımasızca sorgulanmaya hazır olun. Ölçülü biçili davranışlar beklemeyin ondan, Duygu tartıya teraziye gelmez. Sırtınızı ne zaman okşayacağını da yalnızca kendisi bilir. Sahici bir yaratıcı, sahici bir adamdır o. Her dem tomurcuğa duran bir ulu ağaç: Hangi mevsimde ne renk çiçekler açacağı kestirilemez. Bakarsınız günün birinde kameranın arkasına geçivermiş yeniden... Keşke!
- Başar Sabuncu

Yukarı