Sahnedeki kötülükten arka sıraların da ziyadesiyle payını aldığı Richard III’ü izlemek elbette bir ayrıcalık. 36. İstanbul Film Festivali Sinema Onur Ödülü sahibi Ian McKellen’ın bu müthiş sahne hâkimiyeti, endamının heybetinden değil, bilakis incelikle dengelenmiş coşkulu enerjisi ve ritmini mükemmelen yakaladığı Shakespeare cümlelerinden kaynaklı kuşkusuz. Oyunun 1995 tarihli sinema versiyonunda, kameraya incelmiş mimiklerle doğrudan bakarken, delici mavi bakışlarıyla kötülüğün ta kendisi ve bütün şahane kötüler gibi insanı tereddütte bırakan cazibesi ve oyuncu halleriyle baştan çıkarıyor. İngiltere’nin tiyatro geleneğiyle yetişmiş, Royal Shakespeare Hall’dan National Theatre’a, yarım asrı aşan sürede Shakespeare oyunlarının sahnede tozu atılmış, “Sir” unvanı gecikmemiş, Laurence Olivier’den Tony’ye uzanan sayısız prestijli ödülün sefası sürülmüş. Sinemaya görece geç başlasa da Oscar adaylıkları eksik değil; ilki, Frankenstein filmlerinin yönetmeni James Whale’i otoritesiyle birlikte zarafet ve nüktedan bir edayla kuşandığı Gods and Monsters (1998) ile. İkincisi ise Yüzüklerin Efendisi serisinde (2001) büyücü Gandalf. Farklılıklarımızı kucaklayan X-Men serisindeki Magneto da popülerliğiyle malum. İyi ile kötü arasındaki farkı bulanıklaştıran müthiş yeteneğini Apt Pupil’deki (1998) düşük omuzlu yaşlı adamda huzursuzca izliyoruz veya zekâ ve unutma arasında savrulan dedektif Mr. Holmes’da (2015) duygulanıyoruz. 1988’de eşcinsel olduğunu açıkladıktan bu yana çabalarına herkes minnettar; LGBT hakları için birçok örgütte aktif olarak çalışıyor. Adımını attığı her mecrada başarıya ulaşan McKellen, yalnızca ülkesinde değil tüm dünyada tartışmasız bir kültür ikonu olarak anılıyor. -Esin Küçüktepepınar

Yukarı