Terence Davies, 2012 yılında 31. İstanbul Film Festivali'nin Sinema Onur Ödülü'ne lâyık görüldü.

“Keşfetmekten vazgeçmeyeceğiz / Ve keşfimizin sonunda / Başladığımız yere varmış olacağız / Ve orayı ilk kez gerçekten tanıyacağız.” –T.S.Eliot

Terence Davies kalın, derinden gelen benzersiz sesiyle Şehre ve Zamana Dair’de (2008) okuduğu bu satırlarla hatırlamanın doğasına dair mühim ipuçlarının da altını çizer. Doğup büyüdüğü Liverpool'a adadığı film de zaten (yaşadıklarından tortulanan diğer filmleri gibi), ayna misali değil oradan buradan uçuşan anılar kolajı olarak kurgulanmıştır. Bu nedenle 30 yılda bir avuç filmiyle Davies'in sinemasal şiirleri nostaljik, ilişilmez birer “put” değildir. Kısa filmlerinden oluşan üçlemesiyle başlayan (1976, 80 ve 83) kişisel anılar silsilesi (kendi deyişiyle) suya düşen taşın yarattığı halkalar gibi birbirini tetikleyen bir şeydir. Bu karmaşık dairesellik ister edebiyat uyarlaması (House of Mirth / Keyif Evi, 2000) ister otobiyografik (Long Day Closes,1992) olsun, benzer. Çocukluk ve yeni yetme zamanları 2. Dünya Savaşı ve sonrası İngiltere'sine denk düşer malum. Otoriter okul ve çilekeş Katolik öğretileri, evdeki acımasız babaya rağmen “ışık” eksik değildir; sevgili annesi ve kardeşleri, sinemanın müthiş büyüsü, bir ara hep birlikte coşkuyla söylenen bir şarkı tam da çelişkiyi vurgular. Yine otobiyografik esintili başyapıtı Uzak Sesler, Durgun Yaşamlar’da (1988) mesela, evin üst katına çıkan boş merdiveni izleriz, kimse yoktur ama muhtelif sesler duyarız geri plandan. Elimizden kayan zaman nasıl da bir sinemasal incelikle tespit edilmiştir, oradadır! Dolayısıyla ona dair “işçi sınıfının Proust’u” tanımı yabana atılamaz. Çoğunluk tarafından, isabetle İngiliz cenahının yaşayan en önemli sinemacısı kabul edilmesi zaten sinemanın varoluş nedenine vakıf olmasıdır. Anıların kişisel bir fotoğraf albümünden farklı yansıması da budur. Çekmecede kilitli saklı resimleri huzurumuzda ortaya çıkarırken ortak veya özel, kendi belleğimizden üşüşen çelişkili hissiyatlardan başımız döner. Kendi anılarımızın efendisi olmadığımızın da farkındalığı olmalı bu! Eliot'ın şiirindeki gibi, aynı şekilde zamanın.
– Esin Küçüktepepınar

Yukarı