Otar losseliani yıllardır Fransa'da yaşıyor ve artık bir Fransız yönetmen sayılıyor. Oysa o bize çok yakın bir ülkeden, şimdinin Gürcistan Cumhuriyeti'nin Tiflis kentinden geliyor. 1934'de doğmuş, sanatçı bir ailenin çocuğu. Önce Tiflis Konservatuvarı'na gidiyor, sonra Moskova'daki Bilimler Akademisi'ne giriyor. Ama asıl yapmak istediğinin sinema olduğunu anlayınca, Sovyetler'in tanınmış sinema okulu VGIK'e giriyor ve oradan 1961 yılında mezun oluyor. Mezuniyet filmi, Aprili / Nisan adlı hoş bir kısa film. Birbirini seven, ama gündelik yaşamın tekdüzeliği içinde aşklarının göz göre göre yok olup gitmesine tanık olan iki gencin hikâyesi... Yani, tam Iosseliani'ye yakışır bir tema...

Iosseliani, o günden sonra, hep benzer temalar çevresinde dönecektir. Eleştirdiği, mekanikleşmiş, sahteleşmiş ve bayağılaşmış bir yaşam biçimidir. Özlediği ise insancıl değerlerin egemen olduğu, hayatın "kaliteli" olduğu bir dünyadır. Bu "kalite" en çok bireyler arası iletişimde, sıcak, geleneksel ve uygar ilişkilerde kendini gösterecektir: "Bir dost masası çevresinde oturmak, birlikte içmek ve şarkı söylemek, etrafındakilere hoş şeylerden söz etmek... İşte kültür budur," demişti, biraz da alaycı bir tavırla.

1964'te Tudji / Demir Dökümü adlı kısa filmiyle, bir sanayi üretim merkezinde mekanikleşen yaşamı ve yok olan ilişkileri eleştirir. Dziga Vertov'a yakışır bir "kamera-göz" kullanımı aracılığıyla... 1967'deki Giorgobistve / Düşen Yapraklar adlı ilk uzun metrajlı kurmaca filmi, onu dünyaya tanıtır: Bir şarap kooperatifinde çalışan sıradan, içedönük bir genç işçinin serüveni, bürokrasinin, sosyalist toplumu bile kemiren yükselme ve zengin olma hırsının bir gözlemi, gerçek hayatın yanıbaşından geçip giden insanların incelikli bir eleştirisidir.

1971'de lkho shashvi mgalobeli / Bir Zamanlar Şarkı Söyleyen Bir Karatavuk Vardı adlı filmini yapar. Bu kez kahramanı, bildiğince yaşayan ve toplumun ölçütlerine hiç uymayan bir müzisyendir. Yani Iosseliani kahramanları galerisinin bir diğer tipik örneği... Beş yıl sonra çektiği Pastorali / Pastoral'in (1976) kahramanları da avare müzisyenlerdir. Bu iki film de rejim tarafından hiç sevilmeyecek ve uzun yıllar dış ülkelere çıkmaları yasaklanacaktır. Sanatçı bu yüzden, 1980'lerden itibaren dış ülkelerde çalışmayı seçer. Euskadi (1982) adlı bir belgeseli Bask yöresini anlatır. Sonra Fransa'yı tümüyle yeni vatanı olarak beller. Les favoris de la lun e / Ayın Gözdeleri (1984), bizlere sanki 1930'lardan ve Rene Clair'in filmlerinden kalma bir Paris'i ve orada, sinema denen belalı alanda çalışmayı deneyen bir yönetmenin serüvenini anlatır

Sonra yine belgesele döner: Un petit monastere en Tescane / Tescana'da Küçük Bir Manastır (1988), Et la lumiere fut / Ve Sonra Işık Geldi (1989, Afrika'da çekilmiş ekolojik çağrışımlı bir parabol). 1992'de çektiği La chasse aux papillons / Kelebek Avı, İstanbul Film Festivali'ndeki gösteriminin ardından bizim sinemalarımıza dek gelen ilk ve şimdilik tek filmidir.

"Sanatım tıpkı hayat gibi olmalı," diyen İosseliani'nin çabaları, aralıklı olarak sürer. Brigands, Chapitre VII / Haydutlar (1996), tarihin değişmezliği üzerine alaycı bir masaldır.

2002 Berlin Film Festivali'nde sanatçıya bir Gümüş Ayı (En İyi Yönetmen) ödülü ve ayrıca FIPRESCI ödülü getiren son filmi Lundi Matin / Pazartesi Sabahı (2001) ise onun sanatının sanki incelikli bir doruk noktası...

-Atilla Dorsay

Yukarı