13 Nisan Cuma

Sunumlar:

Saraybosna sokaklarında savaşın izleri

“Ulusal Belgesel Yarışması” filmlerinden Saraybosna Yürüyüşü, yönetmen Ersan Bayraktar ve film ekibinin katılımıyla Pera Müzesi Oditoryumu’nda gösterildi. Saraybosna Kuşatması’nı 20 yıl sonra 10 farklı karakterle Saraybosna sokaklarında çıkılan bir yürüyüş üzerinden anlatan filmle ilgili yönetmen, “Filmde anlatılan hikâyeleri çocukluğumuzdan beri duyuyoruz. Dışarıdan bakınca savaş bir oyun gibi; içine girince bu yoğun duyguları anlıyoruz” dedi. Belgeselde izlediğimiz karakterlerin seçimiyle ilgili gelen soruya ise şöyle yanıt verdi: “Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı köprünün karşısında sahaflık yapan bir yüksek lisans tarih öğrencisiyle tanıştık. Ona projemizden bahsettik. Bize 15 kişi buldu.”

Shirin Neshat: “Ümmü Gülsüm ulaşılamaz bir simge.”

“Musikişinas” bölümünde yer alan Ümmü Gülsüm’ün Peşinde filminin yönetmeni İranlı sanatçı Shirin Neshat, filmin Atlas Sineması’nda gerçekleşen gösteriminin ardından seyircilerin sorularını yanıtladı. Arap dünyasının efsanevi şarkıcısı Ümmü Gülsüm’ün hayatını film içinde film tarzıyla anlatan yönetmen, bu yıl İstanbul Film Festivali’nin “Sinemada İnsan Hakları Yarışması”nın jüri üyelerinden. Gösterim öncesinde Neshat, şöyle dedi: “Ben aslında bir fotoğraf sanatçısıyım. İzleyeceğiniz filmin büyük bir kısmı da bu işe dayanıyor. Karmaşık bir film izleyeceğinizi; çok farklı katmanlardan oluşan, arşiv malzemesiyle rüya sahnelerinin bir araya girdiği bir film izleyeceğinizi söyleyeyim. Bu filmde gerçekle kurgu iç içe geçti” dedi. Film sonrasında Neshat, bu kez Ümmü Gülsüm’den söz etti: “Bir sanatçı olarak ben de zaman zaman hata yaptığımı, başarısız olduğumu düşünüyorum. Son sahnede kahramanın Ümmü Gülsüm’ü parçalara ayırmasının nedeni Ümmü Gülsüm’ün asla başarısız olmaması… Ümmü Gülsüm ulaşılamaz bir simge. O kendisini sanatına, işine adamış bir sanatçıydı. O yüzden de bu seviyeye ulaştı.”

Semih Kaplanoğlu: “Bergman’dan çok şey öğrendim.”

“Bergman 100 Yaşında” seçkisinde yer alan filmlerden Kış Işığı, filmi seçen yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun sunumuyla Beyoğlu Sineması’nda gösterildi. Kaplanoğlu, gösterim öncesinde şöyle dedi: “15 yaşındayken TRT’de Bergman’ın Yedinci Mühür filmini izlemiştim. İzlediğim ilk Bergman filmiydi. Bayağı etkilendiğimi hatırlıyorum. Daha sonra Bergman hakkında kitaplar okudum, onun hakkında yapılmış belgeselleri izledim. Her defasında insana ve insanın iç dünyasına dayanan o filtresiz bakışını çok etkileyici buldum, ondan çok şey öğrendim. Bergman sinemada insanın varoluşuna dair en hakiki ve can acıtıcı soruları sorar. İnsan ruhunu sinematografik bir ruh, bir his ya da bir görüntüyle ispat eder. O, bana göre sadece insan ruhunun karanlık koridorlarında dolaşmaz, aynı zamanda umut da aşılar. Bergman’ın kadın karakterleri olmasa bugünün kadınlarını tasvir etmek, onların ruhlarına yaklaşmak da mümkün olmazdı diye düşünüyorum.” Ardından yönetmen, Bergman’ın Büyülü Fener isimli kitabında Kış Işığı üzerine aldığı notlardan alıntı yaptı: “Her zaman filmlerimi izleyici için bir şekilde çekici kılmaya çalışmışımdır. Ne var ki Kış Işığı’na halkın bayılacağına inanacak kadar aptal değilim. Bir tek çekim bile doğrudan gün ışığında yapılmadı. Tümünü bulutlu ve sisli havalarda çektim. Genelde Kış Işığı pek çok dramatik andan yoksundur.” Kaplanoğlu, konuşmasına şöyle devam etti: “Bergman, Tanrı’ya inanmak ve inanmamak arasında gelgitlerle yaşamış bir sanatçıdır. Tanrı fikrinin kendi sanatının temel meselesi olduğunu söylemiştir. Yani varlığın hâllerini, karakterlerinin olaylar ve durumlar karşısında edindikleri içsel çelişkiler, acılar ya da terk edilişler ve vicdan muhasebeleri üzerinden aktarır. Karakterleri de Bergman gibi ‘Biz kimiz, Tanrı var mı, dünyada ne arıyoruz?’ sorularını kendilerine sormaktan hiç çekinmezler.”

Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’na yolculuk

“Ulusal Belgesel Yarışma” filmlerinden Başka Tren Gıdı Gıdı, yönetmen Yasin Ali Türkeri’nin katılımıyla Pera Müzesi Oditoryumu’nda gösterildi. 1937 yılında Sovyet Rusya’nın desteğiyle inşa edilen Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nın tarih içerisindeki yolculuğunu, fabrikaya ait bir tren olan Gıdı Gıdı üzerinden anlatan ve yaklaşık sekiz yılda tamamlanan filmin çıkış noktasıyla ilgili Türkeri, “Ben de Nazilliliyim. O trene de sürekli binerdim. Kendimden bir parçayı, özellikle eriyip giden bir parçayı yaşatmak istedim” dedi. Belgeselde kullanılan çoğu görseli Sinema Genel Müdürlüğü’nden aldıklarını anlatan yönetmen, filmin bundan sonraki yolculuğuyla ilgili şunları söyledi: “Önce festivalleri dolaşmasını istiyoruz. Hatta ilk gösterimini izledik az önce. Ardından TRT Uluslararası Belgesel Ödülleri’nde ve birkaç yerde daha yarışacak. Sonrasında umarım vizyona da girer.”

Emre Yeksan: “Hikâye yaşadığım ruh hallerinden hareketle çıktı.”

“Ulusal Yarışma” filmlerinden Körfez, yönetmen Emre Yeksan ve film ekibinin katılımıyla Atlas Sineması’nda gösterildi. Emre Yeksan filmin çıkış noktasıyla ilgili şunları söyledi: “Çocukluğumdan beri yazdığım yazılarda, hep gerçek anlatılardan başlayıp sonra onu bir yerde kırıp başka yere çekme arzusu vardı. Okumasını yaptığımda ‘Acaba içinde bulunduğum gerçeği değiştirme arzusu mu?’ diye düşünüyordum. Bu aslında içinde yaşadığımız dünyayı değiştirme arzumuzun dışa vurumu. Film, karakterin duygusu anlamında otobiyografik; hikâyesi ise yaşadığım ruh hallerinden hareketle çıktı. Hayatıma dair karar vermem gerekirken ve veremezken, İzmir’in eski körfez kokusuyla karşılaştım. Karakteri yazarken de o anki ruh hâlim ve kendini bir yere koyamama duygusu temel oldu. Sonrasında hikâye bazında film gerçekçi evrenden dışarı çıktığı için filme otobiyografik diyemeyiz. Ben bu hikâyeyi yazdığımda Ahmet Büke’ye gönderdim ve birlikte çalışmaya başladık. Temelde hikâyenin çatısını, karakterin duygusunu kurarken içimizden gelenleri karakterin dünyasında eritmeye çalıştık.”

Ankara’daki rock ve metal müzik sahnesi

Festivalin “Musikişinas” bölümünde yer alan Gri Değil, Siyah: Ankara Rocks! belgeselinin gösterimi, yönetmen Ufuk Önen ve film ekibinin katılımıyla Beyoğlu Sineması’nda yapıldı. 70’ler, 80’ler ve 90’larda Ankara’daki rock ve metal müzik sahnesini anlatan belgeselin yedi yıl gibi uzun bir sürede tamamlandığını söyleyen Önen, süreçle ilgili “Önce bir kurguladık belgeseli. Ondan sonra seyrettik, hiç içimize sinmedi. Değiştirmek olmayacaktı. Tamamen attık, tekrar kurguladık. O da içimize sinmedi. Sonra tekrar kurguladık. En son bu hâle geldi. Yani aslında buraya gelene kadar bayağı vakit harcadık” dedi. Filmin senaristlerinden, aynı zamanda kurgucusu Ayhan Yücel ise, “Galiba bizim bu belgeseli yaparken en çok dikkat ettiğimiz şeylerden biri seyirciye istediğimiz duyguyu geçirebilmekti. Bir şeyleri ille de tamı tamına araştıralım, en doğrusu neyse onu bulalım, onu verelim değil” dedi. Filmin senaristlerinden Neslihan Atcan Altan şöyle dedi: “Röportaj yaptığımız kişiler çekimlerden önce soracağımız soruları bilmiyordu. Direkt o an cevapladılar. Bu şekilde çekimleri yaptık ve bir şekilde akıcı hâle sokarak ilerledik.”

Evlere, hayatlara sızmak…

“Genç Ustalar” bölümünde yer alan İskele’nin Cinemaximum Zorlu Center’daki gösterimine yönetmen Matan Yair ve başrol oyuncusu Asher Lax da katıldı. Film, bir öğretmen ile sorunlu öğrencisi üzerinden eğitim, erkeklik ve aile kavramlarını tartışıyor. Yönetmen Yair, filmi kendi öğretmenlik deneyimlerinden yola çıkarak çekmiş. Oyuncu Asher Lax ise gerçek hayatta Yair’in öğrencilerinden biri. Yair ve Lax, filmin gösteriminin ardından seyircilerden gelen yorumları dinledi, soruları cevapladı. Yönetmen Yair şöyle dedi: “Asher ve ailesi filmdeki gibi inşaatlarda iskele işçiliği yapıyordu. Asher’ın çalıştığı binalarda gezerken ona döndüm ve ‘Sen bu evlere sızmıyor musun, ne hayatlar yaşandığını merak etmiyor musun?’ diye sordum. O dedi ‘Mümkün değil; bu yasalara, kurallara aykırı, asla yapmıyoruz’ dedi. Buradan yola çıkıp yazdım filmi. (…) Ölüm, insanın hayatta karşılaştığı en zor şeylerden biri. Aslında ben de bu filmi yazarken kötü bir dönemden geçiyordum. Dedim ki ‘Matan, hayatta kimi kaybetsen yıkılırsın?’ Çoğumuz okuyoruz ama okul bittikten sonra öğrencilere ne oluyor, öğretmenlere ne oluyor, bir iz bırakıyor mu? Ancak böyle dramatik bir olay öğrenci üzerinde iz bırakıyor.”

“Fikir hayattan geldi”

“Uluslararası Yarışma” filmlerinden Ev’in Cinemaximum City’s Nişantaşı’ndaki gösterimi, yönetmen Asghar Yousefinejad’ın katılımıyla gerçekleşti. Bir vasiyet hikâyesi anlatan filmin çıkış noktasıyla ilgili yönetmen şunları söyledi: “Fikir hayattan geldi, çevremde gördüğüm şeylerdi. Dünyanın her tarafında böyle hayatlar var. Filmi üç ay prova, ardından iki haftalık bir çekim süreciyle tamamladık.” Filmdeki diyalogların çok doğal olduğuna dikkat çeken bir seyirciye Yousefinejad, “Doğaçlama yoktu, ama hayatımda hiç duymadığım bir diyalog koymadım filme; hayattan seçtim, o yüzden doğaldı” dedi. Yönetmen, oyuncu seçimine dair şöyle dedi: “Filmde profesyonel sinema oyuncusu yok; bazısı tiyatrocu, bazısı öğrenciydi; bazısı da sıradan vatandaştı.”

Durmuş Akbulut: “Yeni bir dil denemek istiyordum.”

“Türkiye Sineması” seçkisinde “Yarışma Dışı” bölümünde yer alan Bekçi, filmin yönetmeni Durmuş Akbulut’un katılımıyla Beyoğlu Sineması’nda gösterildi. Filmde anlattığı bekçi tiplemesinin Anadolu’da yaygın bir tip olduğunu söyleyen yönetmen, filmi geçen ay kaybettiğimiz oyunculardan Turan Özdemir’e adadı. Bekçi’nin konvansiyonel bir film olmadığı belirten Akbulut, şunları ekledi: “İlk filmimdi, yeni bir dil denemek istiyordum. Aslında filmin ince bir mizahı da var; Çehov mizahı diyebiliriz. Giovanni Papini’den de çok etkilendim. Filme 2014’te başladım, fakat ancak bitirebildim. Bir şekilde parayı bulduk, ama çok zorlandık.” 

“Aradığım yetenek burnumun ucundaymış”

Dünya Festivalleri bölümünden Ona İyi Bak, filmin yönetmeni Arild Andresen’in katılımıyla Cinemaximum Zorlu Center’da gösterildi. Başrolü paylaşan çocuk oyuncuya övgüleri kabul eden Andresen şöyle dedi: “Seçmeler için ülkenin her yanına baktık. İlk seçtiklerimizden Kristoffer en baştan favorimizdi. Sonra öğrendim ki birkaç sokak ötemde oturuyormuş. Filmde babasını oynayan adaşı Kristoffer ile çok iyi anlaştılar. Bizim için büyük şanstı, böylece birbirlerine kötü davranmaları gereken sahnelerde bile derin güven duyguları sayesinde harika iş çıkardılar. 6 yaşında ama tanıştığımız anda bana ‘ben oyuncu olmak istiyorum’ demişti. Bizim filmde müthiş bir iş çıkardı.”

Chilly Gonzales üzerine…

“Musikişinas” bölümünde yer alan Çeneni Kapa ve Piyano Çal, filmin yönetmeni Philipp Jedicke’in katılımıyla Atlas Sineması’nda gösterildi. Indie müzik dünyasının en nevi şahsına münhasır piyanistlerinden Chilly Gonzales’in müzikal yolculuğunun izlerini süren filmin çıkış noktasıyla ilgili yönetmen Jedicke şöyle dedi: “Chilly Gonzales’in çok iyi müzik yaptığı söylenemez. Ama seyirciyi etkileyebildiği, orgazm vermek istediğinde ya da üzmek istediğinde başarılı olduğu için onu seçtim. Beni de bu etkiledi. Bir de bana yalan söyledi. Ben belgeselinizi yapmak istiyorum dediğimde ‘ilk olacak’ demişti ama kendisi hakkında çekilmiş iki film daha varmış.” Gonzales’in filmi izleyip izlemediğine dair gelen soruya ise şu şekilde yanıt verdi: “Filmin kaba kurgusuna kadar o da ben de izlemedik. Filmden hiçbir şey çıkarılmamasını istedi. ‘Bu, benim ve film de biyografim olacaksa gerçekçi olmalı’ dedi. Gıdısından çok rahatsız olup biraz sinirlense de gayet güzel bir süreçti.”

“Bir şeyi anlamak için değil, hissetmek için geldik”

"Ulusal Yarışma" filmlerinden Put Şeylere, yönetmen Onur Ünlü ve film ekibinin katılımıyla Atlas Sineması’nda gösterildi. Filmine analitik yaklaşmanın doğru olmadığını söyleyen Ünlü şunları ekledi: “Anlamak ve anlamamak üzerinden düşünüyoruz, sanat eseri için doğru bir kriter değil bu. Sevdim, sevmedim daha doğru olur. Film matematik problemi değil ki! Bunlar birbirinden ayrı şeyler. Sanat eserine daha duygusal bakmalıyız. Atmosferik olarak bir filmi hissetmekten bahsetmeliyiz. Film dediğimiz şeyden çıkan, duygusal olarak anlaşılmalı. Bir şeyi anlamak için değil, hissetmek için geldik.” Bir çeşit bilinç akışıyla metni ve karakterleri oluşturduğunu anlatan yönetmen, metnin dramaturji kuralları içerisinde tutarlı olduğunu söyledi: “Tuhaf filmler yapıyorum ama çok iyi oyuncularım var. Oyuncularım olmasa bu iş sadece kâğıt üzerinde kalırdı.”

Köprüde Buluşmalar'da dün:

Fonlarla ve marketlerle tanışın

Köprüde Buluşmalar güne, dünyanın çeşitli fon ve marketlerinden temsilcilerin “Fonlarla ve Marketlerle Tanışın” etkinliği ile başladı. Moderatörlüğünü Parabola Films’den Selin Murat’ın yaptığı bu etkinliğin konuşmacıları şöyleydi: Eilon Ratzkovsky (TorinoFilmLab), Elise Jalladeau (Selanik IFF), Fay Breeman (Hubert Bals Fund - IFF Rotterdam), Georges Goldenstern (Cinefondation), Cia Edström (Nordic Film Market), Lindsay Peters (Frontieres), Martina Bleis (Connecting Cottbus), Ruxandra Cernat (Film TEEP) ve Signe Zeilich-Jensen (Hollanda Film Fund). 

Her katılımcının fon veya marketleri tanıtıp, sinemacılara başvuru sürecinde yapılması ve yapılmaması gerekenlerle ilgili tavsiye verdikleri bu sinema konuşması, Yapı Kredi Kültür Sanat’ta gerçekleşti. Başvuran projelerin dertlerini kısa ve öz anlatmasının her zaman avantajlı olduğuna değinen katılımcılar, başvurularda bir projenin diğer projelerden ayrıldığı noktaya da dikkat çekilmesi gerektiğini vurgulandı. Yabancı dil, özellikle İngilizce bilmenin film marketlerine katılmak için bir zorunluluk olmamakla birlikte, asgari düzeyde anlaşabilmenin potansiyel ortak yapımcılarla kurulacak uzun süreli ilişkilerde olumlu bir etkisi olduğu konuşuldu. Bunun yanında, görsel materyal, varsa “teaser”ın fon ve marketlerle paylaşılmasının faydalı olduğunu söyleyen katılımcılar, projenin doğru pazarlanmasının da ortak yapımcı bulmak veya yurtdışındaki fonlardan olumlu dönüş almak için bir gereklilik olduğunu belirtti.

Festivallerle tanışın

Köprüde Buluşmalar’da günün ikinci oturumu, moderatörlüğünü Filmada’dan Armağan Lale’nin yaptığı “Festivallerle Tanışın” etkinliğiydi. Uluslararası film festivallerinden gelen temsilciler şöyleydi: Dorota Lech (Hot Docs), Elma Tataragić (Bosna-Hersek FF), Evrim Ersoy (Fantastic Fest), Freddy Olsson (Göteborg FF), Julia Barda (Seattle IFF), Julia Sinkevych (Odesa FF), Karel Och (Karlovy Vary FF), Lorenzo Esposito (Locarno FF), Nebojsa Jovanovic (Kinenova Skopje IFF), Orestis Andreadakis (Selanik FF), Pedja Milojevic (Trebinje FF), Prune Engler (La Rochelle IFF), Sona Karapoghosyan (Altın Kayısı FF), Stefan Laudyn (Varşova Film Festival), Tiina Lokk (Tallinn Black Nights FF), Yoshi Yatabe (Tokyo FF), Zviad Eliziani (Batum FF).

Festivallerin seçkilerini, başvuru sürecini ve nasıl kriterler üzerinden film seçimleri yaptıklarını anlatan festival temsilcileri, seyircilerden gelen soruları da yanıtladı. Bazı festivallerin başvuru ücreti alırken bazılarının neden almadığının da tartışıldığı oturum, sinemacının festivalleri düşünerek değil, kendi istekleri doğrultusunda filmler yapması gerektiği vurgusuyla sonlandı.

Eğer görürsen olursun

Köprüde Buluşmalar’da “Sinemada Kadın: Bugüne kadar ne değişti ve şimdi ne olacak?” günün son etkinliği oldu. Ceylan Özgün Özçelik (Yönetmen), Cia Edström (Endüstri Yöneticisi - Göteborg FF), Francine Raveney (Proje Yöneticisi - Eurimages), Meltem Ağduk (Toplumsal Cinsiyet Program Koordinatörü - UNFPA), Meryem Yavuz (Görüntü Yönetmeni), Müge Özen (Yapımcı - Solis Film) ve Teresa Hoefert de Turegano (Fon Danışmanı - Medienboard Berlin Brandenburg) katılımıyla yapılan bu sinema konuşmasının moderatörlüğünü sinema yazarı Doç. Dr. Melis Behlil yaptı.

Film okullarında daha eşitlikçi bir dağılım olsa da bunun sektöre ya da fon alan kadın sinemacı oranlarına maalesef yansımadığını söyleyen Teresa Hoefert de Turegano, artan bir bilinç olduğunu, fakat kadın sinemacıların sektörde görünür kılınmasının uzun vadeli aksiyon planlarıyla gerçekleşebileceğini söyledi. Eurimages’da toplumsal cinsiyet eşitliğinde oranın 2020’de yüzde 50’ye ulaşmasını hedeflediklerini belirten Francine Raveney, sadece eşit fonlama değil eşit dağıtım olanağına sahip olmanın da önemini vurguladı.

Sinemada cinsiyet eşitsizliğiyle mücadelenin, somut adımların atılması ve aksiyon planlarıyla olabileceğini tartışan konuşmacılar, sektörlere dair araştırma yapılarak net rakamlara ulaşmanın önemine değindi. Geena Davis Institute’ün yaptığı sektör araştırmalarından elde edilen verilerin, kadın izleyicinin düşünülenin aksine erkek seyirciden fazla olduğu ve erkeklerin kadın karakterin hikâyeyi sürüklediği filmleri izlediği gerçeklerini Hollywood’a gösterdiği konuşuldu. Bu anlamda akademi ve sektör buluşmasının elzem olduğunu vurgulayan Meltem Ağduk, pazarı dönüştürebilmek için bu verilere ihtiyaç olduğunu ekledi. Pozitif ayrımcılığı geçici bir özel önlem olarak değerlendiren Ağduk, kadınların kendi içlerinde örgütlendiği dayanışma mekanizmalarının gerekliliğinden bahsetti.

Sektörde sadece eşit sayıda kadının yer almasından öte, argümanın kadın bakış açısının ekranda ya da beyazperdedeki eksikliği üzerinden kurulması gerektiğini savunan Müge Özen, kadın perspektifiyle anlatılacak hikâyelerin de, ister kadın ister erkek yönetmenin elinden çıksın, seyirciyle buluşması gerektiğini söyledi. Geena Davis’in “Eğer görürsen, olursun” cümlesine atıfta bulunan konuşmacılar, kadın bir görüntü yönetmeni temsiliyle karşılaşan genç kadınlar için, bunu kendileri için hayal etmenin de normalleşeceği ifade edildi. Görüntü yönetmeni Meryem Yavuz, “Lise çağında sinema yapmaya karar verdiğimde, aklımda kadın olmamın hayatımı zorlaştıracağı yoktu. Çalıştığım kadınlar bana bir kere bile ‘Kamerayı omuzda taşıman sorun olur mu?’ diye sormadı, ama bütün erkekler sordu. Onlara verdiğim cevap onları çok tatmin etmedi ve işin sonuna kadar bu garip hava devam etti. Kendi gündemimde kadın olmak olmadığı için, ben mücadeleme devam ediyorum. Hem dersime hem setlere çok çalışıyorum” dedi.

İkinci filmlerine fon arayışı içinde olduklarını söyleyen Ceylan Özgün Özçelik ise, filmin tamamının kadınlardan oluştuğunu ve çalışacakları ekip yöneticilerinin de kadın olmasını istediklerini söyledi. Bağımsız sinemacılar için ikinci filmi yapmanın zorluğundan bahseden yönetmen, üretime dair şöyle bir soru yöneltti: “Bugün kaç tane şirketin aklına projeye yönetmen düşünürken bir kadın geliyor?” Görünürlüğün artmasıyla bilincin de değişeceğini anlatan Raveney’le birlikte konuşmacılar, kendi yaşadığımız alanda mücadeleye devam etmenin önemini vurguladı: “Mücadele ediyoruz ve etmeye devam etmek zorundayız!”

Yukarı